//--> osmanli-devleti1299 | Osmanli Devleti | osmanli padisahlari | osmanli vezirleri | Osmanli Ansiklopedi Bilgileri


Osmanli Bizim Çektiğimiz Videolar

osmanli-devleti1299 | Osmanli Devleti | osmanli padisahlari | osmanli vezirleri | Osmanli Ansiklopedi Bilgileri

cezair icin savas


 




Yoldaşların divan ortasında küstahlık etmelerinden hatırım çok kırıldı. O gece iki rekat namaz kılıp istihare ettim.

— Yarab!Kişi hürmetini kaybetmektense ölmesi yeğdir. Celalin hakkı için, ben aciz kulunun, yüz amlığı ile bu Cezayir ikliminden kısmetini kes.  Diye dua edip yattm.  Rüyamda Hızır aleyhisselamı gördüm:

— Ya Hayreddin! Niçin böyle elem çekersin? Yarın Kadıoğlu tarafından gelecek olan adama kalenin anahtarlarını teslim et.  Kendin gün doğrusu tarafına git.  Aileni Cicel'de muhafaza et. Sonunda zafer yine senindir.  Deyip kayboldu.  Uyanıp yüzümü yerlere sürüp Cenab-ı Hakk'a hamd ettim.

Sabah olunca üç pare tekneyi hazırlattım.  Altı parenin Reislerine de ardımdan gelip Cicel'de buluşmak için tehbih ettim.  Bu dokuz tekne kendi malım idi. Altı pare teknenin reisleri ise benim çıraklarımdı.

— Kafir yakasında bir adayı basmaya gidiyoruz.  Diye bir söz çıkardık.

— Bir mühim iş olduğundan Hayreddin Paşa kendi gidiyormuş, Allah yardımcısı olsun.  Diye halk dua ediyordu.  Hiç kimse kızıp gücenerek gittiğimizi aklına getirmedi.

 

 


Kadıoğlu'nun Pişman Olması

 

 

 

 

 

Kadıoğlu ise o sırada şöyle düşünürmüş: "Bu kadar adamım helak oldu, şehirliden de bu kadar kimse öldü.  Bunlara hep ben sebep oldum. Bu kadar insanın günün vebali hep benim boynumadır. Yarın kıyamet gününde benim halim nice olur. Zavallı şeyhi bizim yüzümüzden dört çeyrek ettiler. Her çeyreğini bir kapya astılar. Deveyi yardan uçuran bir tutam otmuş. Ben ona, eğer Cezayir'e sultan olursam seni büyük şeyh ederim demiş olmayaydım, o dertli kendini bu belaya atmazdı. Yarın ceza gününde onun günahı beni neyler?" Kadıoğlu böyle deyip ağlarmış. Sonra: "Bu Hayreddin Paşa dahi boş adam değildir. Çünkü her ne ona düşmanlık ettimse bir belaya düştüm. Asla işim ileri gitmedi. Akıllı olana bu hikmet yeter. Hemen en iyisi Hayreddin Paşa ile dost olmaktır. "Diyerek, Kara Hasan'dan habersiz bana bir mektup gönderdi.

 

 


"Al Kalenin Anahtarlarını"

 

 

 


Kadıoğlu namesinde pek çok özürler dileyip: "Sen bizim ettiğimize kalmayasın. Gerektir ki yine seninle babalı oğullu olalım. "Demiş. Mektubu getiren murabıta: "Senin Kadıoğlu dediğin herifin yüzü ardı yoktur. Sözüne sadık değildir. Bu kadar Ümmet-i Muhammed'in boş yere kanına girdi. Yarın kıyamet gününde onların cevabını versin.. İkide birde fitne kaynakmaktan vaz geçsin. Eğer maksarı Cezayir'e sultan olmak ise işte kalenin anahtarları, götür eline teslim eyle. Gelsin Cezayir'e otursun. O da kendini sınasın!" Cevabını verdim. Murabıt şaşırdı: "Ey Paşa efendimiz! Ben bu iş için gelmedim. Sizin aranızı bulup -karındaşlarınızı barıştırın- emri gereğince sizi karındaşlar edip düşmanlığı sadakate çevirmeye geldim. " Diye yalvardı ise de kabul etmedim. "Götür, sen kalenin anahtarını Kadıoğlu'na teslim et. Ne hali varsa gelsin görsün. Ben yabancı bir adamım. Bana hakimlik gerekmez. Allah çarşılarına pazar versin. " Dedim.

 


Murabıt anahtarları alıp, Kadıoğlu'na çıkıp gitti. Ona anahtarları vermemin sebepi rüyamda gördüğüm Hızır'ın böyle söylemesindendi. Yoksa ben o herife kale anahtarı değil, belki dişine taş bile vermezdim. Hem Allah'ın hikmeti zuhura gelse gerek ona çare olmaz. Nitekim demişler:

 

 

 

 "Olacak olsa gerek çar ü na-çar,
Gerek kalbin gen tut, gerek dar. "

 

 


"Bu Gidiş Bir Daha Gelme Gidişi Değil"

 

 

 


Harem halkımdı da teknelere bindirdim. Hava mualif olduğundan o gece limanda yattık. Amma Cezayir içinde bizi sevenlerden ulema, salih ve ileri gelen kimseler bir araya toplanıp, bizim böyle ansızın seferli olup gitmemizi iyi görmemişler. Harem cemaatinin de teknelere bindirdim. Hava mualif olduğundan o gece limanda yattık. Amma Cezayir içinde bizi sevenlerden ulema, salih ve ileri gelen kimseler bir araya toplanıp, bizim böyle ansızın seferli olup gitmemizi iyi görmemişler. Harem cemaatinin de teknelere bindiğinden kimsenin haberi yoktu. Eğer bilselerdi daha çok laf olurdu.

 

 

 

Ulema şöyle demişler: "Paşa efendimizin hatır-ı şerifleri kırılmıştır. Zira bu gidiş bir daha gelme gidişine benzemez. Eğer gelmeye niyeti olsaydı, şüphesiz bizi huzuruna çağırır, eski güzel adeti üzere mamsadı ne ise meşveret ederdi. Birini de vekil bırakırdı. Bu gidiş gazap gidişidir. Eyvah!Böyle bir dini bütün gazi adam elimizden çıkıp gidiyor. Ona mı ağlayalım? Çünkü hatt-ı hümayunla beldemize beylerbeyi tayin olunmuş bir emirdir. " Çok kasavet çekip ağlamışlar. Gazap etmemin sebepini araştırmışlar. Yoldaşların divan ortasında ettiklerinden başka bir sebep bulamamışlar. "Yoldaşların divan ortasında o yüz seksenbeş katli vacip herife ettikleri husus içindir. Hayreddin Paşa onların affolunmalarını rica etmişti. Onlar ise izinsiz küstahlık edip, artık eksik zehirli laflar söylediler. Hatırları muhakak buna kırılmıştır. Hakkı vardır. Bu hususta gaziler büyük ayıp ettiler. Bolay kim bu gece kalkıp gitmeyeydi. Varıp buluşup mübarek hatırını ele alıp esenleşeydik. " Demişler.

 

 


"Bu Gidiş Benim Kendi Reyimle Değildir!"

 

 

 


Sabah olunca daha kalkmadığımızı görüp geldiler. Hal ve hatır soruştuktan sonra: "Ey mücahitler reisi!Uğrumuz hayır ola. Bu gitmenizden bizler pek ziyade perişan-hal olduk. Acaba bir daha mübarek cemalini görür müyüz? Yoksa hasret kıyameti mi kalır? Kerem ve lutf eyleyip, bizim mahzun kalbimizi sevindir. Bu hal ne haldir?" Dediler.  O zaman, gözlerimden yaşlar akıp: Allah Teala cümlenizden razı olsun. Berhurdar olasız! Bizim bu vilayette ne duracak halimiz kaldı?Görmediniz mi, öteygün divan ortasında olan rüsvaylığı?Onu öyle etmekten murat, seni istemeyiz demektir. Şimdi, döğülüp söğülmeden bu korsanlık yoluyla çekilip gitmemiz evladır.. Sizler benim sadık dostlarım olduğunuzdan yüreğim ateşinden bu kadar söyledim. Bunları kimseye açmayın. . hak teala ecelden eman verip,  kısmetimizin varsa,  belki iki üç sene kadar sonra sizinle yine görüşeceğimiz muhakkaktır. Çünkü bu gidiş benim kendi reyimle değildir.. Hak teala cümlemize akibet hayırlığı versin. Bizi hayır duadan unutmayınız. Cümlenizi Allahın birliğine ısmarladım" dedim.

 


Ulema ile vedalaştık. O saatte yelkenleri açıp üç pare tekne olarak yola revan olduk. Ulema melül mahzun olup,  herkes mekanlı mekansıza gidip,  onlara söylediğim: "Bu gidiş benim kendi reyimle değildir" sözünü düşünür olmuşlar. Bu Hayreddin Paşa boş adam değildir. Amma çare ne,  ansızdan içimizden çıkıp gitti. Diye,  matem etmişler. 

 

 


Dokuz Tekne ile Cicel'den Sefer

 

 

 


Cezayir'den üç tekne ile kalkıp yola revan olduğumuzun ertesi günü Cicel limanına vardık. Cicel halkı benimde beraber olduğumu haber alınca,  büyüğü küçüğü gelip: Hoş geldiniz,  ey efendimiz,  safa getirdiniz! diye alkış tuttular. Harem halkınıda burç'a çıkarıp oraya yerleştim. Geldiğimi duyan arap kabileleri yer yer gelip hediyeler getirdiler. Beş on gün sonra Cezayir'de braktığım altı pare teknem de çıkageldi. Hepsi dokuz tekne oldu. Büyük teknelerdi. Yirmi dörder,  yirmi ikişer,  On sekizer bank idiler. Bu dokuz teknenin hepsi kendi malımdı. İçlerinde beni candan seven ikibin levent askerim vardı. Tekneleri yağlayıp büyük bir sefere çıktık. Uygun rüzgarla palerma kıyılarına vardık. Orada dokuz pare parçaya rast geldik. Allah'ın yardımı ile herbirimiz bir kafir barçasına çatıp,  aman zaman vermeden dokuzunuda feth edip aldık.. Birer leşi yedeğimize takıp salimen,  şenlik şadımanlık ederek Cicel limanına girdik. Dokuz pare ganimet barçaların yükleri hep zahire idi. Kimi buğday,  kimi arpa,  kimi zeytin,  kimi zeytinyağı,  kimi peksimet. Elhasıl pirince, kahveye varıncaya kadar vardı. Çuha bez barut,  kurşun da vardı. Kırk ambar gibi herşeyden vardı.

 


Dokuz barçadaki ganimetleri taşra çıkarttım. Aktarmaları bozup kerestelerinden levent gaziler için kışla,  evler ve mahzenler yaptırdım. Teknelerin herbiri içinde bir mühimmat mahzeni yaptırdım. Bu işlerden araplar ve barçalardan çıkaniki yüz elli beş kafir çalışırlardı. Hulasa herşeye yoluyla nizam verip düzüp koştuk. esirler için bir zindan yaptırdım. Barçanın biri has undan yapılmış peksimet dolu idi. İçinde kırk altı bin kantar peksimet vardı. Bunu teknelerin kumanyası için mahzenlere doldurdum. Ayrıca otuz altı bin ölçek buğdayı peksimet için fırıncılara dağıttım.

 

 


Biz Gelmeden Taş Taşı Yermiş

 

 

 


Teknelerin kumanyaları,  peksimetinden, zeytinyağına,  pirincine, sikesine kadar mahzenlere kondu. Sonra her teknenin takımına bir kışla verdim. Hergün orta'da kazanlar kaynayıp Baba çorbası çıkardı. Herkes yemesinde, bu minval üzere bir karındaş gibi geçinir giderlerdi. Halktan hiç kimsenin ırzına, malına, oğluna uşağına zulm edip incitmezlerdi. Cicel halkı: "Elhamdülillah, bu bize Rabbimizin bir lütfudur. Hayreddin Paşa beldemize ayak basalı, vilayetimiz mamur oldu." Derlerdi. Nasıl demesinler ki biz Cicel'e gelmeden önce kıtlıktan taş taşı yermiş. O dokuz barçadan beşi buğday yüklü idi. Buğdayın onda birini fukaraya sadaka verdik. Diğer eşyaları satıp savup gazilere pay ettik. Barçanın biri kereste yüklü idi. Bu kerestelerden on ikişer oturaklık üç pare tekne yaptık. Meğer firkate kerestesi olarak kafire gidermiş. İslama nasip oldu.

 

 


Yeni Bir Sefer

 

 

 


Böylece on iki pare teknemiz oldu. Reislere: "Altı pare tekneyi yağlayıp hazır edin. Kış gelmeden varıp bir sefer daha kaçırın. " Dedim. "Başüstüne!" Deyip altı pare ile sefere çıktılar. İşleri rast gitti. Boş bir soluk bile almadılar. Venedik körfezinde bir parçaya rast geldiler. Onu kakıp aldılar.
Gayet zengin bir parça idi. Yükü bütün çuha kumaş, tüfek, tabanca, safrası dahi demir idi. Hem on bin Venedik altını çıktı. Otuz altı kafirle birlikte büyük ganimet idi. "Bize bu doyumluk yetişir!"Deyip oradan döndüler. Aktarmayı sıkıca yedeklerine bağlayıp fırışka rüzgarla sırıkları teknelerin sırtına vurup kullanarak gelirlerdi. Favulyane ile Kapı Pasaru kanalına geldiklerinde,  tuz yüklü büyük bir felibot aldılar. Amisterdam vilayetine gidermiş. Onuda yedeğe bağladılar. Amma felibotun kafirleri firar eylediklerinden alamadılar.

 

 

 

Müslüman Esirlerin Kurtulması!

 


İş rast gelince gelir. Rüzgar uygun olunca daha çok fırışkalandı. Öyleki teknelerin altından ateş çıkardı. Gazi askerler: Yarap şükür! Ganimetimizi verdin. İşimizi rast getirdin. Diye dualar ederdi. Bu şekil bozulmadan yedi burunlar denilen yere geldiklerinde bir kafir korsan teknesine rastladılar. Yirmi iki oturak bir mayorka teknesi idi. Onuda aldılar. İçinde yüz elli kafir ile altmış müslüman esir vardı. Elhasıl yirmi üç gün sonra Cicel limanına girdiler. Büyük şenlik,  şadımanlık eylediler. Gazileri gidip karşıladım. Hoş geldiniz,  safa geldiniz oğullar gazanız mübarek olsun. Deyip hal hatır soruştum.

 


Müslüman esirlerin kurtulduğuna ganimetten fazla sevindim. Tuzun gelmesine ise dünyalar bizim oldu. Çünkü tuz gerek Cice'de gerek kabilelerde yoktu. Tuzuda boşaltıp mahzenlere doldurduk. Onda birini de fukaraya sadaka verdik. Aktarma olan venedik barçasına da boşaltıp,  teknelerin hakkı olan beşte biri ayırdıktan sonra kalanı askere hak üzere pay ettim. Her askere yüz seksen beş altın,  çuha,  tüfek,  tabanca,  bez, demir düştü. Cümlesi zengin oldular. Altmış müslüman esire gelince.. Onlara da askere verdiğim gibi,  ganimetten bir pay verdim. Hem esirlikten kurtuldular,  hem de zengin oldular. Cicel vilayeti benim gelişimden sonra öyle mamur oldu ki,  ancak olur. Etraf ve civardaki tüccar hep buraya gelir,  ganimet eşyasından alıp öteki vilayete getirirdi. Bir akçaları on olurdu. Çünkü gaziler beşe ona bakmazlardı. Hemen gelişine göre satıp,  akçalarını kemerlerine koyarlardı. Zira Allah kapısından gelirlerdi. Firkate Ustası Esir Mayorka teknesinde bir üstad firkade ustası varmış. Onun usta olduğunu kimse bilemezdi. Birgün kendi kendiliğinden bana gelip: Sultanım, eğer bana azatlık verirsen, sana bir müzegalere tekne yapayım ki uçar kuşa hükm eylesin. " Dedi. Böyle bir usta gözümde tüterdi. "Yapacağın tekne istediğim gibi olursa, azatlık değil, daha fazlasını da yaparım. " Diye cevap verdim. Usta varıp dağdan istediği gibi kereste kestirdi. Yerine taşıttı. Yirmi altı oturak bir müzegalere yaptı ki böylesi olmamıştır.

 


Pek ziyadesiyle dilber bir tekne oldu. On iki eski teknemizle yeni aldığımız yürük Mayorka teknesi bununla koşuya çıktılar. Gerek kürekte gerek yelkende cümlesini geçti. O gün gazilere güzel bir ziyafet verdim. Gülme oynama, yeme içme eylediler.  Ustaya birden bu kadar ikram görünce sevincinden öleyazdı. "Sultanım,  sana bir işkanpavye dahi yapmadan vilayetime gitmem. " Dedi. On iki oturak işkanpavye yaptı.  Bu da önceki gibi güzel oldu.  Sonra usta memleketine gitti. Teknelerimizin hepsi on beş oldu.  Kış yaklaştığından karaya çekip o kışı orada kışladık.

 

 


Kovaladığımız Müslüman Teknesi

 

 

 


Bahar gelip de ortalık süslenince,  tekneleri deryaya atıp,  kalafat edip yağlamaya başladık.  On beş pare tekne olarak Cicel'den çıkıp gazaya teveccüh eyledik. Bindiğim müzegalere hepsini geçerdi.  Yalnız işkanpavye ona biraz uyar,  kıçında ayrılmazdı. On beş pare tekne ile Cenova,  Alkorne,  Kalevre,  Papapulya taraflarını harap ettik.  On dört gün içinde yirmi bir parça ganimeti Cicel'e yolladık. Sonra Venedik körfezine geldik.  Burada üç tekne vardı.  Bizi görünce kaçtılar.  Birisi gayet yürük idi.  Onun ardında benim bulunduğum tekne düşebildi.  Öteki gemilerin cümlesi görünmez oldu. Yalnız işkanpavye bir top atımı mesafeden beni takipediyordu.  Koğduğunuz teknenin kaptanı kaçarken su varillerine varıncaya kadar denize atıp teknede birşey komadı. Gemiyi hafifletip elimizden kurtulmak isterdi. Teknesinin yürüklüğüne çok güvenirmiş. Amma el elden üstündür, demişler. Şüphesiz yürükten de yürük bulunur.  Kaçan tekneyi yetişip tuttuk. Meğer Müslüman teknesi imiş.  Reisine Sinan Kaptan derlerdi. Bunlar gönüllü olarak üç pare tekne donatıp korsanlık ederek Cezayir'e doğru, bana gelirlermiş. İyi rast geldik. Görüşüp, konuşup, hal hatır soruşunca, bu Sinan Kaptan'dan pek hazmettim.

 

 

 

Sohbet sırasında Sinan Reis latife olarak: "Sultanım, Allah vücudunuzu hatasız eylesin. Siz her koğduğunuzu böyle mi koğarsınız?Yirmi senedirtekneye biner, sancak çekerim. Bu zorluğu kimseden çekmedim. Şimdiye kadar gerek kafir gerek Müslüman teknelerini geçirdim. Teknemi denemek için onlara çok ettim. " Deyince,  "Ey oğlum Sinan Reis!Sen bilmez misin ki, eden bulur. " Yollu aramızda latifeler ettik, zevk hasıl oldu. 

 

 


Müzegalere

 

 

 


Sinan Reisi koğalamaya başladığımda kuşluk vakti idi. Öğleden sonra yetişip tuttum. Orsalabanda yatıp ayakdaşları bekledim. Onlar akşam namazında güç ile gelip yetiştiler. Bundan anlamalı ki bizim müzegalere ne mertebe taban çekerdi. Süsleme üslübunu görenler de aşık olur kalırdı. Baştarda usulunde kıç baş bütün yaldızdı.  Sinan Reis de gelince cümlemizon sekiz pare tekne olduk. Orada sabahladıktan sonra Santomariya tarafına gittik. Orada dokuz adet barça görüp aldık. Kiminin yükü ibrişim kiminin çuha, kiminin buğday, kiminin peynir bal, hep güzel şeyler idi. "Bu kadar ganimet yetişir. " Diyerek dönüş emri verdim.

 


Ertesi gün bir büyük barçaya daha rast geldik. Kafir askeri dolu idi. Onu da feth edip aldık. Ancak çok kayıp verdik. Allah hepsine rahmet eylesin. Cenk sırasında bir top taşı gelip başımdan sarığımı götürdü. Teknenin tirenketesi de sakat kaldı. Oradan kalkıp Cumare-canpare taraflarına geldiğimizde yedi pare Tunus teknesine rasladık. Onları da aldık. Adamlarını Cicel'e gelinceye kadar kürek çekmeye mahkum ettim.

 

 


Otuz Üç Barça Ganimet

 

 

 


Sefere çıktığımızın elli sekizinci günü Cicel limanına döndük. Üç gün üç gece şenlik eyledik. Dostlar sevindi, düşmanlar yerindi. Nasıl şenlik eylemeyelim ki, daha önce gönderdiğimiz aktarmalarla yedekte sürüyüp getirdiklerimizin hepsi otuz üç tane barça idi. İçinde zengin barçalar var idi ki milyon ederdi.  Cicel limanı barça ile doldu. Otuz üç barçanın hepsinden dört yüz yirmi beş kafir toplandı.  Cezayir'den Cicel'e geldiğimizden beri sekiz yüz elli beş kafir almıştık. Aktarmaları boşaltıp hepsini satıp savdık, pay ettik. Gaziler ihtiyaçtan beri oldular. Sinan Kaptan derya işlerinde mahir, bahadır ve yiğit bir er idi. Onun teknelerinin üzerine kaptan tayin ettim.

 

 


Kurtoğlunun Tunus'tan Gelmesi

 

 

 


Tunuslular,  yedi pare teknelerini alıp adamlarını cezalandırdığımı öğrenince mateme düştüler. Kurtarmak için tedbir düşünür oldular. Tunusta kurt oğlu namında bir firkate kaptanı vardı. Önceden kendisiyle bir miktar dolaşmış idik. Tunuslulara şöyle demiş: Hayrettin paşa yumuşak huylu devletlü bir ademdir. Sizin ona ettiğiniz kancıklığa göre bir başkası olaydı,  hepsinin başını keserdi. Siz verdği cezaya razı olun. Zira siz ona az iş eylemediniz. İnşallah ben gittiğimde admalarınızı kurtarırım,  amma gemileri vereceğini bilemem. Neticede bu Kurtoğlu üç tekne donatıp kıymetli hediyelerle Cicel limanına girdi. Destur alıp huzuruma geldi. Hal hatır soruşturduktan sonra hediyeleri getirip teslim etti. Bunların arasında on bin Venedik altını da vardı.


Her ne hal ise, evvelden dostluğumuz olduğundan, Kurtoğlu; "Sultanım beni Tunusluların yanında mahcup düşürme. Ben ayağının toprağına bu dava ile geldim. İnşallah efendimin yanında sözüm reddolmaz dedim." Kurtoğlu kaşmer herif olduğundan sonunda bizim gönlümüzü etti.  "Senin hatırın için öyle olsun. Affeyledim. "Dedim. Amma teknelerin birini de veremedim. Adamlarını verdim, çıkıp gittiler.

 

 

 

Murabıt'ın Kadıoğlu ile Konuşması

 


Cezayir'den çıkmadan evvel, Kadıoğlu'nun adamına kale anahtarlarını vermiş. "Gelsin kendini sınasın, sultanlık sürsün!" Demiştim. Amma bana rüyamda Hızır aleyhisselam: "Üç seneye kadar yine gelirsin, nusret senindir. "Diye haber vermiş idi. Murabıt Kadıoğlu'nun yanına vardıkta, Kadıoğlu: "Nişledin ya murabıt! Beni Hayreddin Paşa ile sulh eyledin mi, yoksa kuru boş mu geldin? Deyince, murabıt: "Kuru boş gelmedim. Lakin iyi de gelmedim. Ne şekil geldiğimi ancak yalnız kalınca sana söylerim. " Diye cevap verdi.  Kadıoğlu herkesi çıkarıp murabıt ile ikisi kalınca, murabıt. "Sen beni Hayreddin Paşa'ya sulh için gönderdin. Vardım,  ahvali ifade ettim. Bana:O sözünde sadık değildir, yalancıdır. Ümmet-i Muhammed arasında fitne koymaktan vaz geçsin. Madem ki muradı Cezayir'e gelip oturmaktır, işte kalenin anahtarları. Var götür gözüne soksun. Gelsin Cezayir'e otursun. O dahi kendini sınasın, dedi. "Şimdi eğer beni dinlersen, seninle beraberce ikimiz Hayreddin Paşa'ya kıyafet değiştirir gideriz. Getirdiğim kale anahtarlarını öper eline verirsin. Ve dersin ki: Haşa, sen benim efendimsin, Padişah vekilisin. Benim senden aradığım oğullu babalı olup aramızdan düşmanlığın kalkmasıdır.. Böylece Paşa'nın hatırını alırsın. Zira anladığım odur ki, bu Hayreddin Paşa boş adam değildir.  Boş olan kimse Ümmet-i Muhammed'in rahatı için kendi saltanatını terk eylemez. " Diyerek hali Kadıoğlu'na hikaye eyledi. Bu murabıt ehl-i hal bir derviş idi.  Bunca hikmetli söz ettiğine göre kendinin dolu olduğu bellidir.

 

 

 

Kadıoğlu'nun Murabıt'ı Öldürtmesi

 


Murabıt sözüne bu şekilde son verince Kadıoğlu'nun Firavun damarı tepreşti. Hani evveden murabıt bana gönderip: "Elini ayağını öpeyim beni Hayreddin Paşa ile barıştır. Diye yalvaran adam,  hemen o saat murabıtın boynunu vurdurdu.  Allah rahmet eylesin.

 


Kadıoğlu şöyle derdi: "Hayreddin Paşa korktuğu için kalenin anahtarılarını bana gönderdi,  gelsin otursun diye.  Bu herif de bilmem ne pohlar yiyor.  Yok onunla Cezayir'e gideyim,  anahtarları yine Hayreddin Paşa'ya çevirip ondan özür dileyeyim.  Benim efendimsin,  Padişah vekilisin diyecekmişim.  Halbuki o herif düşündü baktı,  benim zoruma dayanamayacak,  hemen erkenden anahtarları gönderdi.  Kendi kapağı attı.  Bunu bilmeyecek ne var.  Amma akıllı adam imiş.  Benim elimden kurtulamazdı.  Kendi isteği ile gittiği iyi oldu. "

 

 


Kara Hasan'ın Sözleri

 

 

 


Kadıoğlu Kara Hasan'ı çağırıp anahtarları gösterdi: "Hayreddin Paşa bizden korkusuna kaçtı.  Kalenin anahtarlarını gönderdi.  Sen ise bana,  zamanın kahramanıdır,  diye meth ederdin. " Diye hayli öğündü.

 


Kara Hasan: "Dinlendi Kadıoğlu! Şimdi biz Hayreddin Paşa ile düşmanız.  Amma isterse düşman olsun,  ben yiğidin hakkını yitirmem.  Eğer benim bildiğim Hayraddin Paşa ise,  senden de başkasından da pervası yoktur.  amma bu anahtar göndermede bir iş vardır. "

 


Kadıoğlu: "İşte ben murabıtı,  senin gibi Hayreddin Paşa'yı meth ettiği için katl eyledim. " Kara Hasan: "Böyle demekten matsadın,  seni de murabıt gibi ederim demekse,  ölüm bize layıktır.  Çünkü Hayreddin Paşa gibi bir gazi dilaveri bırakıp da senin gibi köpeğin yanına geldim."

 

 

 

Kadıoğlu'nun Cezayir Tahttına Oturması

 


Kara Hasan bir pars gönüllü adam idi.  Kadıoğlu'na kızıp çıkıp gitti.  Kara Hasan gidince Kadıoğlu'nun başına kıyamet koptu.  Söylediğine nadim oldu.  Hele güç bela ile araya şeyhler, murabıtlar koyup Kara Hasan ile tekrar barış görüş oldular.

 


Kadıoğlu,  Kara Hasan'a dayanırdı.  Tekrar hatırını almak için altına bedevi atar kısraklar çektirdi.  Otağına sarıdan beyazdan yağdırdı.  Bütün işleri üzerine kethüda tayin etti. Kadıoğlu Cezayir'e gelip Kara Hasan'ın yardımı ile tahta oturdu.  İlk zamanlarda adalet,  ihsan ve cömertlikle kendini tanıttı.  Sonradan zulüm ve hadden aştı,  olmadık kötülükler icad etti. Kadıoğlu eskiden beri acem taifesinden hoşlanmazdı.  Kara Hasan'ı sevmesi de kerhen idi.  Nişlesin ki kendi rahatı için Kara Hasan'ı her belaya siper ederdi.  Halk ve asker üçe ayrılmıştı.  askerin bir kısmı ile ileri gelenler ve ulema gece gündüz bizi anıp hasret çekerlerdi. Bir kısım asker Kara Hasan zümresi idi. Cezayir dışındaki kabileler ile içerdeki aşiret Arapları: "Allah sultanımız Kadıoğlu'na yardım etsin!" Derlerdi.

 


Kadıoğlu derya gazasını battal etti.  Deryaya çıkacak tekne de kalmadı.  Teknelerin çoğu karada çürüdü. Bu gemi kısmı bakım ister.  Bakılıp gözetmekle,  bir yanından yapılmak ile göze görülür.
Biz ise kendi elimizle gözümüzle görüp gözetirdik.

 

 


Kırk Kişinin Gördüğü Rüya

 

 

 

 

 

Biz Cezayir'den giderken ulema,  salih kimseler ve ileri gelenlerle vedaşırken: "Benim bu gitmem kendi reyimle değildir.  Elem çekmeyin,  Halk teala ecelden aman verip,  bu Cezayir'de daha kısmetiniz varsa,  inşallah sizinle üç seneye kadar yine görüşürüz. " Demiştim. Onlar da bu söz üzerine üç seneyi bekler idiler.  Üç sene dolmaya az kalmıştı.  Benim Cicel'de olduğumu bilirler ancak söylediğim söze göre geleceğimi ümuit ederlerdi. Bunlar kırk kişi idiler. "Cezayir'den çıkıp gitmesi madem kendi isteği ile değildir.  Şimdi sözünde durur.  Çünkü ricaullah zümresindendir,  elbette Cezayir'e gelecektir. " Diye şüpheleri yoktu. Amma üç yılın dolmasına kırk gün kala yarısından çoğunun bu inançları bozuldu.  Birgün toplandıklarında ötekilere:

 


"Hey adamlar,  divane misiniz? Bizler Peygamber soyundan gelmiş iken bile,  ricaullah yolunda olamıyoruz.  Sizler ise Etrak denilen Türk kabilesinden bunu umuyorsunuz.  Cezayir'e üç seneye kadar gelir,  diyorsunuz.  Halbuki onun maksadı Cezayir'den bir yolunu bulup firar etmekti.  Kafir yakasında bir ada basmak bahanesiyle çoluk çocuğunu alıp nezaketle buradan kapağı attı.  Varıp Cicel vilayetini mamur etti.  Kafir yakasının bütün ganimetini getirdi.  Donanma sahibi oldu.  Zevk ü sefası buradan iyidir.  Hiç bu semte bakar mı? Sizin başınıza soğuk geçmiş. " Dediler.

 


Böylece hepsinin fikri değişti.  Yalnız iki üç kişi kaldı ki,  bizim iyiliğimize ve boş adam olmadığımıza şahadet edip dururlardı. Toplantıdan sonraki gece,  bu kırk kişinin hepsi bir rüya görüp ertesi gün birbirlerine anlattılar.  Birinin gördüğünü hepsi de görmüş. Rüyaları şöyle idi: Bunlar kendilerini,  deniz kenarında etrafı gül gülistanlık,  akarsuluk,  misk ü amber kokar,  rayihasından dimağlar bayılır bir yerde buldular.  Bir yeşil otak kurulmuş.  İçinde nebiler sultanı,  doğrular rehberi,  yüce ve temiz Hazret-i Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve sellem,  etrafında Ashap rıdvanullahi teala aleyhim ecmain oturmuşlar.  Bu kırk kişi otağın taşrasından bakıp gördüler ki,  tahkir edip küçümsedikleri adam al bir elbise içinde,  belinde pırıl pırıl bir kılıç,  Resulüllah'ın önünde edep ve tazim ile başı önünde diz çöküp oturmuş. Resul-i Ekrem efendimiz buyurmuş: "Ya Hayreddin! Allah'a tevekkül et.  Kendi yerine dön. Kafirlere ve hasmın olan münafıklara karşı zafer kazan. "

 

 


"Gazileri Siz Boş mu Sanırsınız!"

 
 
 

 

 

 


Rüya burada bitmiş, uyanıp: "Esselatu vesselamu aleyke ya Resulallah!"Demişler. Sabahleyin bir araya gelip hali öğrenince,  bizi bırakmayan üç kişi: "Gözünüzle gördünüz mü, nede ne varmış?Resulün sancağını çekip,  ömrünü din-i mübin uğruna harcayan gazileri siz boş mu sanırsınız? Ol gazi size Etrakliğini de Müslümanlığını da gösterdi. Siz de ne olduğunuzu şimdi bildiniz mi?" Dediler. Ötekiler ise başlarını eğip cevaba kadir olamadılar. Aynı gece aynı rüyayı ben dahi gördüm. Uyandığımda henüz misk ü amber kokusunu dimağında idi. "Esselatü vesselamü aleyke ya Resulallah!" Diye selam verdikten sonra kendi kendime bu rüyayı tabir edip: "Ey koca asi Hayreddin, bu saadet ki sana erişti. İnşallah yine Cezayir'e dönüp dostlarımızı şad,  münafıkları berbad etmemiz de muhakkaktır. " Dedim. Kalbimden Cezayir'e gitmeye niyet bağladım. Amma kimseye söylemedim.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 


Cezayir Şeyhlerinin Mektupları

 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 

 
 
 
 


O gün Cezayir'in büyük şeyhlerinden mektuplar geldi. "Ey Paşa efendimiz, bu nasıl şeydir ki, sen Cezayir'in uğrunda bu kadar meşakkat çektin. Tam safasını sürecek iken, kendi isteğinle kalkıp Cicel'e gittin. Bundan maksadın nedir? Mektubumuzu alınca, Resulüllah aşkına olsun, gelip yine bu toprağı mübarek ayağınla şereflendir.  Seni Cezayir kapısına madar eriştirmek bizim boynumuzadır. " Demişler. Resulullah'ın mucizesi olan rüya bereketi ile Kadıoğlu'nun en çok inandığı ulu şeyhler hep ondan yüz çevirip bize döndüler. Bu mektuplara verdiğim cevapta:
"Sizler ki şeyhler, murabıtlar ve bilcümle Arap kabileleri büyüklerisiniz. "Selam ce duadan sonra, gönderdiğiniz mektuplar elime vardı. Malumumuz oldu. Allah sizlerden razı ola. Lakin benim size itimat edecek halim kalmadı. Eğer hakikaten sözünüzde sadık iseniz birer evladınızı getirip bana teslim edin. Benim de kalbim mutmain olsun. Ayrıca yoldaşlarımın binmesi için yedi bin iyi hayvan, kendim için iyisinden bir kaç yedek gönderesiniz. "Diye yazdım.

 

 
 
 
 


Böyle ağır teklifte bulunmaktan maksadım, bakalım bizi hakikaten isteyip dilerler mi,  anlamak içindi. Beni hakikaten dilerler ise, istediğim şeyleri de gönül rızası ile verirlerdi. Zira Arap kısmı çokluk vermekle başı hoş değillerdir. Çetin kozdur, kırabilirsen yersin.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 


Askerin Gamlı Olması

 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 


O sıralarda Sinan Kaptan dokuz pare tekne ile seferde idi. Sette boğazı tarafına gitmişlerdi. On iki pare aktarma alıp geldiler. İspanya yakasında Gırnata dağından yedi sekiz yüz Endülüs taifesinden Müslümanı de teknelere komuşlardı. Sinan Kaptan'a böyle yapmasını ben söylemiştim. Yirmi bir pare tekne şenlik ederek Cicel limanına girdiler. Gidip karşıladım. "Hoş geldiniz oğullar, safa getirdiniz. Gazanız mübarek ola. "Amma baktım ki, askerlerin yüzlerinde sevinç eseri yok. Hep gamlıdırlar. Sordum: "Nedir oğullar? Sizde ben bir üzüntü görürüm. Hayır ola!"

 

 
 
 
 
 

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Hepsi birden: "Paşa efendi baba, nasıl sevincimiz olsun? Cezayir uğrunda, hak katında zayi olmasın, bu kadar zahmetler çektik. Şimdi bir Arap gidisi safasını sürüyor. Şimdi seferden gelirken hava muhalif oldu. Cezayir vilayetimizdir diye, limana doğru yatmağa vardık. Kadıoğlu gidisi istemedi. Kaleden "alarga durun" diye bize top attılar. Pek gücümüze gitti. O zaman bütün yoldaşlar sözleştik, ya sen efendimizi Hakk'ın yardımı ile yine yerine oturup Cezayir'i Kadıoğlu gidisinin elindenalırız, yahut bu yolda hepimiz başımızı feda ederiz. " Bu sözlere duyunca kalbimden: "Ya Resullah ne kadar doğrusun!" Dedim.

 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 


Baharda Cezayir Üzerine

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 

 
 
 
 
 
 


O zaman bildim ki Allah'ın yardımı Peygamber'in mucizesi ile bizim Cezayir'e gitmemiz muhakkaktır. Zira bu alametlerin hepsi aynı günde meydana çıktı. Askere: "Pek güzel oğullar. Hak Teala tedbirinizi takdire uygun kılsın. Allah ecelden aman verirse baharda Cezayir üzerine sefer etmeye karalıyız. Kalbinizi hoş tutun. Hayr olsun!" Dedim. Asker de ferahlayıp gülüp oynamaya başladı. Allah'ın hikmetinde bak ki, aktarma barçalardanbiri ağzına kadar çadırlık ile doluydu. Bize de ordugah çadırı için çok lazımdı. Sanki bedava gibi geldi. Bu şeyler hep Yirmi bir pare tekne şenlik ederek Cicel limanına girdiler. Gidip karşıladım. "Hoş geldiniz oğullar, safa getirdiniz. Gazanız mübarek ola. " Amma baktım ki, askerlerin yüzlerinde sevinç eseri yok. Hep gamlıdırlar. Sordum: "Nedir oğullar?Sizde ben bir üzüntü görürüm. Hayır ola!"


Hepsi birden: "Paşa efendi baba, nasıl sevincimiz olsun?Cezayir uğrunda, hak katında zayi olmasın, bu kadar zahmetler çektik. Şimdi bir Arap gidisi safasını sürüyor. Şimdi seferden gelirken hava muhalif oldu. Cezayir vilayetimizdir diye, limana doğru yatmağa vardık. Kadıoğlu gidisi istemedi. Kaleden "alarga durun" diye bize top attılar. Pek gücümüze gitti. O zaman bütün yoldaşlar sözleştik, ya sen efendimizi Hakk'ın yardımı ile yine yerine oturup Cezayir'i Kadıoğlu gidisinin elindenalırız, yahut bu yolda hepimiz başımızı feda ederiz. " Bu sözlere duyunca kalbimden:"Ya Resullah ne kadar doğrusun!" Dedim.
  • Burdasin: Ana Sayfa
    Bugün: 44
    Tıklama: 1533
    Çevrimiçi:
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol