//--> osmanli-devleti1299 | Osmanli Devleti | osmanli padisahlari | osmanli vezirleri | Osmanli Ansiklopedi Bilgileri


Osmanli Bizim Çektiğimiz Videolar

osmanli-devleti1299 | Osmanli Devleti | osmanli padisahlari | osmanli vezirleri | Osmanli Ansiklopedi Bilgileri

osmanli turk deniz kuvetleri

Osmanlı İmparatorluğu’nun modern bir devlet anlayışı ile denizlere yönelik teşkilatlanması Sultan Yıldırım Bayezid döneminde (1389-1403) başlamıştır. Yapımına 1390 yılında başlanan Gelibolu Deniz Üssünün 1401 yılında tamamlanması ile birlikte “Kaptan-ı Derya/Kaptan Paşa” terimi de Osmanlı Deniz Kuvvetlerinde ve devlet hiyerarşisinde yerini almıştır. Kaptan-ı Derya’lık (Deniz Kuvvetleri Komutanlığı) makamı ilk kez bu dönemde kurulmuş ve Saruca Paşa tarihimizin ilk Kaptan-ı Deryası olmuştur. Bu dönemde, Gelibolu, Çanakkale Boğazı ve Marmara’yı korumada önemli roller üstlenmiş; aynı zamanda Osmanlı Ordusunun Rumeli Seferleri’nde ileri üs görevi yapmıştır. Bir çok ünlü Türk Amirali gibi, iki büyük deniz haritacısı Piri Reis ve Ali Macar Reis de Gelibolu’da yetişmiştir. Gelibolu Tersanesinde Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u Fethi’ne kadar 150 parça gemi inşa edilmiştir.

Ünlü Türk Bilgini İbn-i Kemal tarih kitaplarında Gelibolu’yu şöyle tasvir etmektedir: “Gelibolu’da doğan çocuklar timsah gibi su içinde büyürler. Beşikleri ecel tekneleridir. Sabah ve akşam gemilerin silistre avazesiyle (sesiyle) uyurlar.”

Ancak, Yıldırım Bayezid’in 1402 yılında Orta Asya’dan gelen Timur’un ordularına Ankara Ovası’nda yenilmesi Türk Denizciliğini olumsuz yönde etkilemiştir. Durağan bir dönem geçiren Osmanlı Donanması, İstanbul’un Fethi’nden sonra atağa kalkmış ve Türk Denizciliği, tarihinin en parlak dönemini yaşamıştır. Saadet Yüzyılı veya Zaferler Yüzyılı olarak adlandırılan bu döneme (1453-1571) Türk denizciliği, hem askeri denizcilik hem ticaret filoları hem de deniz bilimleri açısından damgasını vurmuştur.

İstanbul’un Fethi’nden sonra Bizans mirasına sahip olan Osmanlılar, Fatih Sultan Mehmet döneminde (1451-1481) Karadeniz ve Ege’den sonra Akdeniz’e yönelmiştir. Bu konuda Katip Çelebi’nin yapmış olduğu değerlendirme, deniz stratejisi açısından tarihi belge niteliği taşımakta ve dönemin devlet adamlarının ileri görüşünü ve jeopolitik dehasını ortaya koymaktadır: “Gizli değildir ki bu Osmanlı Devleti’nin en büyük dayanağı olup şanına iş güç edinip, önem verilmek ön sırada bulunan deniz işleridir. Zira bahtı gelişen devletin revnak ve ünvanı iki denize ve iki karaya (Burada kasıt Akdeniz, Karadeniz, Anadolu ve Rumeli’dir.) hükmetmektedir. Bundan başka, Osmanlı Ülkesi’nin çoğu adalar ve kıyılar olduğundan, hele saltanatın yöresi, yani İstanbul’un velinimetinin iki deniz olduğundan şüphe yoktur.”

Aslında, İstanbul’un Fethi için gemilerin 1453 yılı ilkbaharında karadan getirilerek denizlere indirilmesi, Osmanlı Devleti’nin stratejik açıdan Deniz Kuvvetlerine verdiği önemin bir göstergesi ve belki de Türk denizciliğinin Saadet Yüzyılı’nın ilk habercisi olmuştur. İnebahtı (Lepanto) Yenilgisi (1571)’ne kadar sürecek olan yaklaşık bu 100 yıllık dönemde Osmanlı Donanması zaferden zafere koşmuştur.

Fatih Sultan Mehmet’in 1455 yılında Kasımpaşa’da kurmuş olduğu İstanbul Tersanesi (Tersane-i Amire), uzun yıllar dünyanın en büyük tersanelerinden birisi olarak tüm yabancı ülkelerin hayranlığını kazanmıştır. Sultan II.Bayezid döneminde (1481-1512), Burak ve Kemal Reisler denizleri kullanmada gösterdikleri maharet ve deniz muharebelerindeki kahramanlıkları ile büyük saygınlık kazanmışlardır. Venedik gemileri tarzında 1495 yılında inşa edilen “GÖKE” adı verilen iki büyük gemi bu dönemin eseridir. Türk Deniz Tarihi’nin en büyük bilim adamlarından biri olan ve özellikle kartografi çalışmaları ile tüm dünyada büyük yankılar uyandıran Muhiddin Piri Reis, 1513 ve 1528 yıllarında iki ayrı dünya haritası yapmıştır.

Piri Reis'in Dünya Denizcilik Tarihi’ne diğer bir hediyesi de 1521 ve 1525 yıllarında iki kez yayınladığı ünlü, “Bahriye (Kitab-ı Bahriye)” adlı kılavuz kitabıdır. Bu emsalsiz çalışmada, usta bir denizci gözlem ile Ege ve Akdeniz her açıdan incelenmektedir. Yavuz Sultan Selim (1512-1520)’in Mısır’ı fethetmesi ile Kızıldeniz ve Hint Okyanusu da Türk Denizciliğinin ilgi alanına girmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’a yönelik kara harekatında Türk Donanması çok büyük lojistik destek sağlamıştır. Yavuz Sultan Selim’in başarıları ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuzey Afrika’da bir güç merkezi haline gelmesi, Akdeniz’de bağımsız olarak faaliyet gösteren Türk ve Müslüman denizcileri Osmanlı Devleti ile kaynaştırmıştır.

Yavuz Sultan Selim, güçlü bir deniz gücü olmadan Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’da tutunamayacağını bilerek, Veziri olan Piri Mehmet Paşaya şu direktifi vermiştir: “Hristiyan ülkeler denizi gemilerle örtüyorsa, benim sularımda Papa’nın, Fransa, İspanya Kralları’nın sancakları dalgalanıyorsa, bunun sebebi, senin tembelliğin, benim de hoşgörümdür. Artık çok güçlü bir Donanmaya sahip olma zamanı gelmiştir, büyük bir Donanma istiyorum.”

Bu tarihi direktif, Türk Denizciliğinin fikri alt yapısının gelişmesinde ve döneme uygun güçlü bir deniz gücü oluşturulmasında kilit rol oynamıştır. Önce İstanbul’daki tersanelerin kapasiteleri artırılmış; denizcilerin eğitimi daha bilimsel esaslara dayandırılmış; daha sonra Kuzey Afrika’daki Türk Denizcilerini Osmanlı İmparatorluğu bünyesine katmanın yolları aranmıştır.

Yavuz Sultan Selim’in, Barbaros Hayreddin Paşanın temsilcisi Aydın Reis ile İstanbul’da yaptığı görüşme sonrasında Türk denizcileri hızlı bir bütünleşme sürecine girmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Aydın Reis ile Barbaros Hayreddin Paşaya hediye olarak gönderdiği som sırma ayetler yazılı yeşil sancak ve flandra, sürekli olarak Donanmanın sancak gemisinde Osmanlı Devleti’nin gücünün ve denizcilik bilincinin bir sembolü olarak dalgalanmıştır.

Yavuz Sultan Selim’in ölümünden sonra Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) da Osmanlı Donanmasına büyük önem vermiş, Türk Denizciliğine altın çağını yaşatmıştır. Bu dönemde Barbaros Hayreddin Paşa (Hızır Hayreddin Reis, Barbaros ismini daha çok yabancılar kullanmış, ancak bu isim yaygınlaşmıştır.), kardeşleri Oruç ve İlyas Reisler, Selman Reis, Murat Reis, Seydi Ali Reis gibi bir çok ünlü Türk Denizcisi Akdeniz’de adeta rakipsiz kalmışlardır.

Kanuni Sultan Süleyman, 1533 yılında Barbaros Hayreddin Paşayı İstanbul’a davet ederek, Kaptan-ı Derya ilan etmiştir. Barbaros Hayreddin Paşa, İstanbul Tersanelerinde yeni gemiler inşa ettirerek, Donanmayı daha da güçlendirmiş ve Deniz Kuvvetini Osmanlı Devleti’nin denizlerdeki uzantısı ve dış politikasının vazgeçilmez bir unsuru haline getirmiştir.

Barbaros Hayreddin Paşa, üstün denizcilik bilincinin yanı sıra emsalsiz bir taktisyen olduğunu, 27 Eylül 1538 tarihinde Haçlı Donanmasına karşı yaptığı Preveze Deniz Savaşı’nda göstermiştir. Osmanlı Donanması, kendisinden üstün düşman kuvvetleri ile en iyi yer ve zamanda ve taktik baskınla savaşa başlamış, Haçlı Donanmasının en zayıf kesimine üstün kuvvetlerle ve ustalıkla manevralar yaparak, taarruz etmiştir.

Taktik baskının yarattığı sürpriz etkisi Andrea Doria komutasındaki birleşik Haçlı Donanmasını şaşkına çevirmiş; Haçlı Donanması panik içerisinde dağılarak, büyük kayıplarla geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu zafer, Akdeniz’deki Türk hakimiyetini tam anlamıyla pekiştirmiştir. Preveze Deniz Zaferi, büyük bir şeref ve gurur abidesi olarak Türk denizcilerine ışık tutmakta ve zaferin kazanıldığı 27 Eylül günü her yıl Deniz Kuvvetleri Günü olarak coşku ve heyecanla kutlanmaktadır.

Diğer taraftan, Hadım Süleyman Paşa 72 parçadan oluşan Donanma ile 1538 yılında Umman Denizi’ne açılarak Aden’i ele geçirmiş; daha sonra Hindistan’a ulaşarak burada Portekizlilerle çarpışmıştır. Osmanlılar, doğudaki deniz ticaret yollarının kontrolü uğruna uzun yıllar yoğun çaba sarf etmiştir. Bu kapsamda, Selman Reis, Piri Reis, Murat Reis ve Seydi Ali Reis gibi ünlü denizcilere, “Süveyş Kaptanı” ünvanı verilmiş ve bu Amiraller, Umman Denizi ve Hint Okyanusu’nda uzun yıllar Portekiz Donanması ve diğer ülkelere karşı deniz kontrolü uğrunda mücadele vermişlerdir.

Kanuni Sultan Süleyman, 1543 yılında İspanya karşısında zor durumda kalan Fransa’nın yardım talebi üzerine Barbaros Hayreddin Paşa komutasındaki Donanmayı Fransa’ya göndermiş ve bu sefer Barbaros Hayreddin Paşanın son seferi olmuştur. Turgut Reis, Barbaros Hayreddin Paşanın 1546 yılında ölümünden sonra Kaptan-ı Derya’lık makamı için en uygun kişiydi. Kaptan-ı Derya, bilindiği üzere Osmanlı Hükümeti’nin vezir seviyesinde doğal bir üyesiydi. Bu makam için seçim, zaman zaman bir takım entrikalara da sahne olmuş; denizcilikle hiç ilgisi olmayan kişiler de bu makama atandırılmıştır.

Kaptan-ı Derya’lık makamına getirilmemesine rağmen, Turgut Reis bütün gücüyle Osmanlı Donanmasına hizmet etmiştir. Türkleri Kuzey Afrika’dan çıkarmak için Trablusgarp’ı geri almaya gelen Haçlı Filosu’na karşı ani bir taktik baskın düzenleyen Kaptan-ı Derya Piyale Paşa komutasındaki Osmanlı Donanması, 14 Mayıs 1560 günü icra edilen “Cerbe Deniz Muharebesi” sonucunda Haçlı Donanması karşısında kesin bir zafer kazanmıştır. Bu zafer, Akdeniz’de Türkleri adeta rakipsiz bırakmıştır. Cerbe’de kazanılan bu zaferde en büyük pay sahiplerinden biri olan Turgut Reis, 1565 yılında ileri yaşına rağmen katıldığı Malta Kuşatması’nda şehit olmuştur.

Türk Denizciliği, “Saadet Yüzyılı” adını verdiğimiz bu dönemde Salih Reis, Aydın Reis, Murat Reis, Selman Reis, Seydi Ali Reis, Hasan Reis, Piyale Paşa, Kılıç Ali Paşa gibi ünlü denizcileriyle başarıdan başarıya koşmuş; bu yüzyılda Türk savaş gemileri Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’nda faaliyet göstermiş; bu denizlerde üstünlüğünü rakiplerine kabul ettirmiş; İmparatorluğun dış politikasının ideal bir uygulama aracı olarak, güç göstererek veya güç kullanarak siyasi hedeflerin ele geçirilmesinde önemli rol oynamıştır.

Türk Denizciliği, 16’ncı yüzyıldaki göz kamaştırıcı başarısını: Üst düzeydeki denizcilik bilgisine, gemi yapımındaki üstün tekniğine, günümüzde bile hayranlık uyandıran lojistik destek sistemi ve üs zincirine, sahip olduğu mükemmel düzeydeki deniz haritalarına ve en önemlisi tüm bu konuları değerlendirip uygulayabilecek, üstün nitelikte denizciler yetiştirmesine borçludur. Osmanlılar, kadırgaları, barçaları, pergendeleri, baştardeleri ile mavi enginliklerde dolaşan usta denizcileri, ünlü haritacıları, gök bilimcileri ve savaş kahramanları ile 16’ncı yüzyılda tarih yazmış ve bu çağa tartışmasız olarak damgalarını vurmuşlardır.

Kanuni Sultan Süleyman’ı takip eden hükümdarların deniz sorunlarına aynı duyarlılıkla yaklaşmamaları, Kaptan-ı Derya’lık makamına denizcilikle ilgisi olmayan, ancak Saray’a yakın olan paşaları getirmeleri Osmanlı İmparatorluğu’nun denizlere hakim olduğu altın çağının yavaş yavaş etkisini kaybetmesine sebep olmuştur. Nitekim bunun ilk acı örneği, 1571 yılının Ekim ayında İnebahtı (Lepanto)’da İnebahtı Deniz Savaşı'nda yaşanmıştır. Katip Çelebi, “Tuhfetü’l-Kibar fi Esfari’l-Bihar (Deniz Seferleri Hakkında Büyüklere Armağan)” adlı eserinde, Saadet Yüzyılı’ndan sonra ortaya çıkan denizlerdeki gerileme ve çöküntüyü denizcilerin daha önceki meslektaşlarının bilgi ve beceri düzeyinde olmamasına bağlamakta ve onları uyarmaktadır: “Reisler deniz ilmini bilmeye sıkı önem vereler, pusula ve harta (harita) işlerinde gafil olmayalar ve bilenlere de büyük iltifat edeler. Onunla bilmeyenler de heves edip öğreneler.”

Bu savaşta göstermiş olduğu cesaret ve feragatın karşılığı olarak Sultan II.Selim: Uluç Ali Reise, “Kılıç Ali Paşa” adını vererek, Osmanlı Donanmasına Kaptan-ı Derya olarak atamıştır. Donanmanın yeniden inşası yönünde ilk anda umutsuzluğa kapılan Kılıç Ali Paşayı dönemin Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa tarihe geçen şu sözleri ile harekete geçirmiştir: “Paşa, sen henüz bu Devlet-i Aliye’yi bilmemişsin. Vallah böyle itikat eyle, bu devlet o devlettir, murad ederse cümle Donanmanın lengerlerini (demirlerini) gümüşten, resenlerini (halatlarını) ibrişimden, yelkenlerini atlastan etmekte suubet (güçlük) çekmez.” Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa ve Kılıç Ali Paşanın büyük çabaları sonucu kış mevsimi olmasına rağmen, beş ay gibi kısa bir sürede İstanbul ve Gelibolu Tersanelerinde olağanüstü bir gayret gösterilerek en az eskisi kadar güçlü bir Donanma yeniden inşa edilmiştir. Ancak, bu kez de savaşta şehit olan denizcilerimiz nedeniyle ciddi bir personel sorunu yaşanmıştır. Kılıç Ali Paşanın yoğun çabaları neticesinde, 1587 yılındaki vefatına kadar geçen on beş yıllık sürede Akdeniz’deki deniz kontrolümüz devam etmiştir.
  • Burdasin: Ana Sayfa
    Bugün: 70
    Tıklama: 1705
    Çevrimiçi:
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol