I.dunya savasi oncesi osmanli ordusu
Osmanlı- Rus Harbi'nden hemen sonraki dönemden itibaren yapılan askeri ıslahat çalışmalarının başladığı döneme kadar inmek gerekir. Çünkü Osmanlı Ordusu 1.Dünya Savaşı'na Alman etkisi altında girmiş ve çoğu yerde Alman subaylar emrinde savaşmıştır. Alman etkisinin Osmanlı Ordusu'nda ilk görülmeye başladığı dönem ise 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi sonrasıdır.
Yenilgiyle sonuçlanan 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi(93 Harbi diye de bilinir) sonrası, Osmanlı Ordusu mevcut Fransız teşkilat ve taktiğini bırakarak yerine o dönem Avrupası'nın yükselen askeri gücü olan Alman teşkilat ve taktiğine yönelmiştir. Bunun için Almanya'dan bir askeri ıslah heyeti için talepte bulunulmuş ve bu talebe karşılık olarak Osmanlı Ordusu'nu ıslah edecek ilk Alman heyeti, bir suvari subayı olan General Köhler komutasında, 1882 yılında İstanbul'a gelmiştir. 1883 yılında General Köhler'in ölümü üzerine heyetin başına Kurmay Yarbay Von der Goltz getirilmiştir. Von der Goltz 1896 yılında Alman İmparatoru'nun isteği üzerine Almanya'ya çağrılana dek Osmanlı Ordusu'nda faydalı hizmetlerde bulunmuştur. Onun teknik ve taktik alanda getirdiği yenilikler 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda kazanılan zaferde büyük rol oynamıştır.
1897 Seferi kazanılmış olsa da ordunun durumu hala iyi değildi. Özellikle İstanbul'dan çevreye doğru gidildikçe ordunun sefilliği daha da artıyordu. Ordu içerisinde terfilerde torpil ve keyfi bir tutum söz konusuydu. Bu da subayların moralini bozuyordu. Ayrıca eğitimler iyice ihmal edilmişti. Askerler sadece günlük talimler yapıyordu. İhtiyat birlikleriyle ise uğraşılmıyordu. Harbiye Mektebi'nde yetişen subaylara bile atış talimi yaptırılmıyordu. Harp oyunları, tatbikat, manevralar ve topçu atışları tamamen ihmal edilmişti. Satın alınan modern silahlar dağıtılmamıştı. Öyle ki Aydın Vilayeti'ndeki Çakıcı eşkıyasında mavzer varken, jandarma takip kuvvetlerinde martini vardı.
Ordu içerisinde silah arkadaşlığı duygusu gelişmemişti. Subaylar arasında alaylı-mektepli sorunu vardı. Mektepten yetişme subaylar, alaylıları beğenmiyor hatta onlardan nefret ediyordu. Sonraları bu durum Balkan Harbi'nde bu subayların birbirlerine kasti olarak yardım etmemesine bile sebep olacaktı. Ayrıca ordu içerisinde etnik gruplar arasında ayrılıklar başgösteriyordu. En çok dil ve adet farklılıkları nedeniyle Arnavut ve Araplar Türkler ile geçinemiyordu. Ordu içerisinde gruplaşmalar oluşuyordu.
2. Meşrutiyet Dönemi'nde ise ordunun modernize edilmesi çalışmaları hız kazanmış ve çalışmalar 1910 yılında başlamıştı. Türk Ordusu içinde tanınan ve sevilen biri olan ve bir çok kurmay subay yetiştirmiş olan Von der Goltz 1909 yılında yeniden Türkiye'ye çağrılmıştı. Bu teklifi kabul eden Von der Goltz, sonradan 14 Alman subayını daha Türkiye'ye çağırmıştı.
Bu dönemde, Avrupa'nın büyük askeri güce sahip ülkelerine Türk subaylar gönderildi. Bunlar Berlin, Viyana, Roma, Londra ve Petersburg'a gönderildiler. Fakat bu subaylar arzu edilen amacı sağlayamadılar. Çünkü hepsi farklı doktrinler benimsemiş ordulara gönderilmişlerdi.
Bu dönemde, Sultan Abdulhamid döneminde çok zayıflayan donanmanın ıslahı görevi İngiliz Amiral Limpus'a, jandarma birliklerinin ıslahı ise Fransız General Bauman'a verilmişti.
Islahat çalışmaları 1911 yılı Eylül ayına kadar sürdü. Bu ıslahat çalışmalarının en önemli meyveleri astsubaylar ve tüfekli piyade birklikleriydi. Ancak yine de ordu hala tatmin edici bir duruma gelememişti. Ordu fazlasıyla siyasete bulaşmıştı. Bu da ordunun birlik ve beraberliğini bozuyordu.
Bu dönem çıkarılan yaş haddi kanunu ile alaylı subayların büyük bir kısmı(7500 subay) emekliye sevkedilmişti. Teğmen, üsteğmen, korvet ve birlik kâtipleri için azami yaş sınırı 41, yüzbaşı vekili(bu rütbe sadece süvari birliklerine hastı),yüzbaşı, kâtip muavinleri ve fırkateyn kâtipleri için 46, tabur ve alay kâtipleri ile kolağası(önyüzbaşı,kıdemli yüzbaşı), alay emini ve binbaşılar için 52, yarabaylar için 55, albaylar için 58, mirlivâlar(tuğgeneral) için 60, ferik ve birinci ferikler(tümgeneral ve korgeneral) için 65 ve müşirler(mareşal,orgeneral) için 68 senelik bir yaş haddi hizmet etmek için uygun kabul edilmişti. Bu kanunla 1911 yılı Ocak ayında 10.189 subay ordudan çıkarılmıştı. Ordunun teşkilatı kurulmadan ve kadro ihtiyacı hesap edilmeden bu denli büyük bir tasfiye hareketinin zararlı olabileceği düşünülmemişti. Tasfiyenin aşama aşama ve bir plana göre yapılması daha faydalı olabilirdi.
İşte bu haliyle, Türk Ordusu, felaketle sonuçlanacak olan Balkan Savaşı'na girdi. Balkan Savaşı'ndaki ağır yenilgi, orduyu maddi ve manevi bakımdan perişan etmişti. Harbiye Nezareti ve Genelkurmay Başkanlığı daha savaş fiilen bitmeden ıslah hareketlerine girişmişlerdi. Ordunun ıslahı için uygulanacak yegane yol yine Alman ıslah heyetinin Türkiye'ye getirilmesiydi. Hükümet Almanya'dan bir askeri ıslah heyeti talep etmişti. Kayzer II. Wilhelm bu öneriyi kabul etmiş ve Prusyalı bir yahudi aileden gelen, Kassel'deki 22. Prusya Tümeni Komutanı Liman von Sanders'i bu görev için seçmişti. Kendisi sonraları Gelibolu ve Filistin'de İngilizler'e karşı görev alacaktı.
Liman von Sanders, hizmet sözleşmesini 27 Ekim 1913 yılında imzaladı. 5 yıllık sözleşmeye göre, Liman von Sanders Osmanlı Ordusu'nda korgeneralliğe terfi ettirilecekti. Ayrıca Askeri Şura'ya üye olacak ve ordunun disiplin, terfi, mükafat, cezalandırma, ıslahat, eğitim, donatım, silahlanma, giydirme, levazım, iaşe, sağlık, veteriner, remont, askere alma, kura, seferberlik hazırlıkları, istihkâmat, istatistik, demiryolları, telefon, telgraf, ulaştırma, teyyarecilik ve balonculuk sorunlarının müzâkerelerinde kendisinin Askeri Şura'daki oyuna öncelik verilecekti. Ancak karar çoğunluğun oyuyla alınacaktı. Kendisine 1. Kolordu(İstanbul) komutanlığı verileceği gibi, bütün askeri okulların, numune alay ve talimgâhların ve Osmanlı hizmetinde bulunan bütün yabancı subayların amirliği görevi de verilmişti.
General Sanders daha sonra Almanya'dan 40 subay daha getirtmişti. Bunlardan rütbesi tuğgeneralliğe yükseltilen Bolonzart von Schellendorf, 1. Kolordu'ya bağlı 3. Tümen komutanı yapılmıştı. Rütbesi yarbaylığa yükseltilen von Strumbel, Islah Heyeti Kurmay Başkanı olmuştu. Rütbesi yarbaylığa yükseltilen Feldmann, Genelkurmay 3. Şube Müdürlüğüne, geri kalan subaylarda rütbeleri birer derece yükseltilerek karargâh ve ordulara verilmişlerdi.
Alman Askeri Islah Heyeti Türkiye'ye gelmeden önce, İngiliz ve Fransız ıslah heyetlerinin Türkiye'de bulunmaları hiçbir sıkıntı yaratmamıştı. Ancak Alman Askeri Islah Heyeti'nin Türkiye'ye gelmesinin ve General Sanders'in 1. Kolordu komutanı yapılmasının ardından başta Rusya olmak üzere İngiltere ve Fransa protestolarda bulundular. Halbuki o günlerde, Osmanlı ve Almanya arasında geleceğe yönelik hiçbir anlaşma yoktu. Aksine Osmanlı, İngiliz ve Fransızlarla müttefik olmaya çalışıyor, Rusya'yla bile anlaşma zemini arıyordu. Hatta Alman Heyeti ile yapılan sözleşmenin 9. maddesine göre, eğer Almanya Avrupa.'da herhangi bir savaşa girerse heyetin sözleşmesinin feshedileceği belirtiliyordu. Ancak İtilaf Devletleri, Almanya'nın Türkiye'de bulunmasına katlanamıyorlardı. Bu durum gelecekteki planları için bir tehdit arzediyordu. Halbuki Osmanlı için İngiliz ve Fransız askeri heyetleri ne ise Almanlarda öyleydiler. Osmanlı’nın yegane gayesi topraklarını savunacak bir ordu oluşturmaktı.
Liman von Sanders 14 Aralık 1913 yılında göreve başlamıştı. 1914 yılının ilk yarısında 30 Alman subayı daha Türkiye'ye gelmişti. Bu arada İtilaf Devletleri'nin itiraz ve protestoları da gittikçe artmıştı. Bunun üzerine Liman von Sanders mareşalliğe terfi ettirilmişti. Böylece Liman von Sanders Türk Ordusu Genel Müfettişi olmuş ve İstanbuldaki görevine devam edebilmişti.
Bu arada redif ve müstahfız teşkilatları kaldırılmış, Bahriye ve Harbiye Nezaretleri'de yeniliklere gidilmişti.
Enver Paşa Harbiye Nazırı olduktan sonra tüm yetkiyi kendi elinde toplamıştı. Kara Kuvvetlerinin kuruluş ve teşkilatında değişikliklere gitmişti. Enver Paşa'nın yapmış olduğu değişikliklerle Osmanlı Ordusu'nun 1914 yılı başındaki kurulıuşu şöyle idi:
Ordu genel olarak üçer tümenli kolordulardan oluşacaktı. Her tümen üçer piyade ve birer topçu alayından ve diğer sınıflardan ibaret bağlı birliklerden oluşacaktı.
Her piyade alayı üçer taburlu ve taburlar dörder bölüklü olacaktı ve her alaya dörder tüfekli bir makineli tüfek bölüğü verilecekti.
Topçu alayları ise ikişer bataryalı(bataryalar dörder toplu) üçer tabur halinde kurulacaktı.
Tümenlerin üçüncü piyade alayı ve topçu alaylarının üçüncü taburları ve piyade taburlarının dördüncü bölükleri sefer halinde kurulacaktı.
Bu arada ordunun hala silah ve gereç eksiği vardı. Bu yüzden hala zayıftı. Ayrıca ordu içerisinde siyasi akımlar başgöstermişti. Alınan önlemlerle ordu siyasetten uzaklaştırıldı.
Enver Paşa, ordunun 1914 kuruluşundan daha fazla büyütülmeyeceği kararını vermişti. Ancak o dönem 3 ordudan oluşan 38 tümenlik Osmanlı Ordusu, Kasım 1914'de Trakya'da kurulan 19. ve 20. piyade tümenleri ile 40 tümene çıkacaktı. Savaşın ilerleyen döneminde ise toplam tümen sayısı 52'ye ve toplam ordu sayısı 9'a yükselecekti. Savaşın sonuna doğru lağvedilen tümenlerle ordudaki tümen mevcudu 38'e inecek ve İstiklal Harbi başlarında Türk Ordusu'nun elinde zayıf vaziyette 20 tümen bulunacaktı.
1. Dünya Savaşı patlak verdiğinde Alman Askeri Islah Heyeti fazla bir ilerleme kaydetmemişti. Her nekadar, yabancı gözlemciler İstanbul'daki 1. Ordu'nun kalitesinden etkilenseler de, aynı durum İstanbul'dan uzak diğer ordular için geçerli değildi. Ki bu orduların bazılarında yetersiz teçhizatlı 20 askerden oluşan bölükler mevcuttu.
İşte Osmanlı Ordusu bu haliyle Büyük Savaş'a sürüklenmiş ve Ortadoğu, Avrupa, Kafkasya ve Gelibolu savaş alanlarında imparatorluğun son çırpınışları sırasında üzerine düşen vazifeyi yerine getirmeye çalışmıştı.
Yenilgiyle sonuçlanan 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi(93 Harbi diye de bilinir) sonrası, Osmanlı Ordusu mevcut Fransız teşkilat ve taktiğini bırakarak yerine o dönem Avrupası'nın yükselen askeri gücü olan Alman teşkilat ve taktiğine yönelmiştir. Bunun için Almanya'dan bir askeri ıslah heyeti için talepte bulunulmuş ve bu talebe karşılık olarak Osmanlı Ordusu'nu ıslah edecek ilk Alman heyeti, bir suvari subayı olan General Köhler komutasında, 1882 yılında İstanbul'a gelmiştir. 1883 yılında General Köhler'in ölümü üzerine heyetin başına Kurmay Yarbay Von der Goltz getirilmiştir. Von der Goltz 1896 yılında Alman İmparatoru'nun isteği üzerine Almanya'ya çağrılana dek Osmanlı Ordusu'nda faydalı hizmetlerde bulunmuştur. Onun teknik ve taktik alanda getirdiği yenilikler 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda kazanılan zaferde büyük rol oynamıştır.
1897 Seferi kazanılmış olsa da ordunun durumu hala iyi değildi. Özellikle İstanbul'dan çevreye doğru gidildikçe ordunun sefilliği daha da artıyordu. Ordu içerisinde terfilerde torpil ve keyfi bir tutum söz konusuydu. Bu da subayların moralini bozuyordu. Ayrıca eğitimler iyice ihmal edilmişti. Askerler sadece günlük talimler yapıyordu. İhtiyat birlikleriyle ise uğraşılmıyordu. Harbiye Mektebi'nde yetişen subaylara bile atış talimi yaptırılmıyordu. Harp oyunları, tatbikat, manevralar ve topçu atışları tamamen ihmal edilmişti. Satın alınan modern silahlar dağıtılmamıştı. Öyle ki Aydın Vilayeti'ndeki Çakıcı eşkıyasında mavzer varken, jandarma takip kuvvetlerinde martini vardı.
Ordu içerisinde silah arkadaşlığı duygusu gelişmemişti. Subaylar arasında alaylı-mektepli sorunu vardı. Mektepten yetişme subaylar, alaylıları beğenmiyor hatta onlardan nefret ediyordu. Sonraları bu durum Balkan Harbi'nde bu subayların birbirlerine kasti olarak yardım etmemesine bile sebep olacaktı. Ayrıca ordu içerisinde etnik gruplar arasında ayrılıklar başgösteriyordu. En çok dil ve adet farklılıkları nedeniyle Arnavut ve Araplar Türkler ile geçinemiyordu. Ordu içerisinde gruplaşmalar oluşuyordu.
2. Meşrutiyet Dönemi'nde ise ordunun modernize edilmesi çalışmaları hız kazanmış ve çalışmalar 1910 yılında başlamıştı. Türk Ordusu içinde tanınan ve sevilen biri olan ve bir çok kurmay subay yetiştirmiş olan Von der Goltz 1909 yılında yeniden Türkiye'ye çağrılmıştı. Bu teklifi kabul eden Von der Goltz, sonradan 14 Alman subayını daha Türkiye'ye çağırmıştı.
Bu dönemde, Avrupa'nın büyük askeri güce sahip ülkelerine Türk subaylar gönderildi. Bunlar Berlin, Viyana, Roma, Londra ve Petersburg'a gönderildiler. Fakat bu subaylar arzu edilen amacı sağlayamadılar. Çünkü hepsi farklı doktrinler benimsemiş ordulara gönderilmişlerdi.
Bu dönemde, Sultan Abdulhamid döneminde çok zayıflayan donanmanın ıslahı görevi İngiliz Amiral Limpus'a, jandarma birliklerinin ıslahı ise Fransız General Bauman'a verilmişti.
Islahat çalışmaları 1911 yılı Eylül ayına kadar sürdü. Bu ıslahat çalışmalarının en önemli meyveleri astsubaylar ve tüfekli piyade birklikleriydi. Ancak yine de ordu hala tatmin edici bir duruma gelememişti. Ordu fazlasıyla siyasete bulaşmıştı. Bu da ordunun birlik ve beraberliğini bozuyordu.
Bu dönem çıkarılan yaş haddi kanunu ile alaylı subayların büyük bir kısmı(7500 subay) emekliye sevkedilmişti. Teğmen, üsteğmen, korvet ve birlik kâtipleri için azami yaş sınırı 41, yüzbaşı vekili(bu rütbe sadece süvari birliklerine hastı),yüzbaşı, kâtip muavinleri ve fırkateyn kâtipleri için 46, tabur ve alay kâtipleri ile kolağası(önyüzbaşı,kıdemli yüzbaşı), alay emini ve binbaşılar için 52, yarabaylar için 55, albaylar için 58, mirlivâlar(tuğgeneral) için 60, ferik ve birinci ferikler(tümgeneral ve korgeneral) için 65 ve müşirler(mareşal,orgeneral) için 68 senelik bir yaş haddi hizmet etmek için uygun kabul edilmişti. Bu kanunla 1911 yılı Ocak ayında 10.189 subay ordudan çıkarılmıştı. Ordunun teşkilatı kurulmadan ve kadro ihtiyacı hesap edilmeden bu denli büyük bir tasfiye hareketinin zararlı olabileceği düşünülmemişti. Tasfiyenin aşama aşama ve bir plana göre yapılması daha faydalı olabilirdi.
İşte bu haliyle, Türk Ordusu, felaketle sonuçlanacak olan Balkan Savaşı'na girdi. Balkan Savaşı'ndaki ağır yenilgi, orduyu maddi ve manevi bakımdan perişan etmişti. Harbiye Nezareti ve Genelkurmay Başkanlığı daha savaş fiilen bitmeden ıslah hareketlerine girişmişlerdi. Ordunun ıslahı için uygulanacak yegane yol yine Alman ıslah heyetinin Türkiye'ye getirilmesiydi. Hükümet Almanya'dan bir askeri ıslah heyeti talep etmişti. Kayzer II. Wilhelm bu öneriyi kabul etmiş ve Prusyalı bir yahudi aileden gelen, Kassel'deki 22. Prusya Tümeni Komutanı Liman von Sanders'i bu görev için seçmişti. Kendisi sonraları Gelibolu ve Filistin'de İngilizler'e karşı görev alacaktı.
Liman von Sanders, hizmet sözleşmesini 27 Ekim 1913 yılında imzaladı. 5 yıllık sözleşmeye göre, Liman von Sanders Osmanlı Ordusu'nda korgeneralliğe terfi ettirilecekti. Ayrıca Askeri Şura'ya üye olacak ve ordunun disiplin, terfi, mükafat, cezalandırma, ıslahat, eğitim, donatım, silahlanma, giydirme, levazım, iaşe, sağlık, veteriner, remont, askere alma, kura, seferberlik hazırlıkları, istihkâmat, istatistik, demiryolları, telefon, telgraf, ulaştırma, teyyarecilik ve balonculuk sorunlarının müzâkerelerinde kendisinin Askeri Şura'daki oyuna öncelik verilecekti. Ancak karar çoğunluğun oyuyla alınacaktı. Kendisine 1. Kolordu(İstanbul) komutanlığı verileceği gibi, bütün askeri okulların, numune alay ve talimgâhların ve Osmanlı hizmetinde bulunan bütün yabancı subayların amirliği görevi de verilmişti.
General Sanders daha sonra Almanya'dan 40 subay daha getirtmişti. Bunlardan rütbesi tuğgeneralliğe yükseltilen Bolonzart von Schellendorf, 1. Kolordu'ya bağlı 3. Tümen komutanı yapılmıştı. Rütbesi yarbaylığa yükseltilen von Strumbel, Islah Heyeti Kurmay Başkanı olmuştu. Rütbesi yarbaylığa yükseltilen Feldmann, Genelkurmay 3. Şube Müdürlüğüne, geri kalan subaylarda rütbeleri birer derece yükseltilerek karargâh ve ordulara verilmişlerdi.
Alman Askeri Islah Heyeti Türkiye'ye gelmeden önce, İngiliz ve Fransız ıslah heyetlerinin Türkiye'de bulunmaları hiçbir sıkıntı yaratmamıştı. Ancak Alman Askeri Islah Heyeti'nin Türkiye'ye gelmesinin ve General Sanders'in 1. Kolordu komutanı yapılmasının ardından başta Rusya olmak üzere İngiltere ve Fransa protestolarda bulundular. Halbuki o günlerde, Osmanlı ve Almanya arasında geleceğe yönelik hiçbir anlaşma yoktu. Aksine Osmanlı, İngiliz ve Fransızlarla müttefik olmaya çalışıyor, Rusya'yla bile anlaşma zemini arıyordu. Hatta Alman Heyeti ile yapılan sözleşmenin 9. maddesine göre, eğer Almanya Avrupa.'da herhangi bir savaşa girerse heyetin sözleşmesinin feshedileceği belirtiliyordu. Ancak İtilaf Devletleri, Almanya'nın Türkiye'de bulunmasına katlanamıyorlardı. Bu durum gelecekteki planları için bir tehdit arzediyordu. Halbuki Osmanlı için İngiliz ve Fransız askeri heyetleri ne ise Almanlarda öyleydiler. Osmanlı’nın yegane gayesi topraklarını savunacak bir ordu oluşturmaktı.
Liman von Sanders 14 Aralık 1913 yılında göreve başlamıştı. 1914 yılının ilk yarısında 30 Alman subayı daha Türkiye'ye gelmişti. Bu arada İtilaf Devletleri'nin itiraz ve protestoları da gittikçe artmıştı. Bunun üzerine Liman von Sanders mareşalliğe terfi ettirilmişti. Böylece Liman von Sanders Türk Ordusu Genel Müfettişi olmuş ve İstanbuldaki görevine devam edebilmişti.
Bu arada redif ve müstahfız teşkilatları kaldırılmış, Bahriye ve Harbiye Nezaretleri'de yeniliklere gidilmişti.
Enver Paşa Harbiye Nazırı olduktan sonra tüm yetkiyi kendi elinde toplamıştı. Kara Kuvvetlerinin kuruluş ve teşkilatında değişikliklere gitmişti. Enver Paşa'nın yapmış olduğu değişikliklerle Osmanlı Ordusu'nun 1914 yılı başındaki kurulıuşu şöyle idi:
Ordu genel olarak üçer tümenli kolordulardan oluşacaktı. Her tümen üçer piyade ve birer topçu alayından ve diğer sınıflardan ibaret bağlı birliklerden oluşacaktı.
Her piyade alayı üçer taburlu ve taburlar dörder bölüklü olacaktı ve her alaya dörder tüfekli bir makineli tüfek bölüğü verilecekti.
Topçu alayları ise ikişer bataryalı(bataryalar dörder toplu) üçer tabur halinde kurulacaktı.
Tümenlerin üçüncü piyade alayı ve topçu alaylarının üçüncü taburları ve piyade taburlarının dördüncü bölükleri sefer halinde kurulacaktı.
Bu arada ordunun hala silah ve gereç eksiği vardı. Bu yüzden hala zayıftı. Ayrıca ordu içerisinde siyasi akımlar başgöstermişti. Alınan önlemlerle ordu siyasetten uzaklaştırıldı.
Enver Paşa, ordunun 1914 kuruluşundan daha fazla büyütülmeyeceği kararını vermişti. Ancak o dönem 3 ordudan oluşan 38 tümenlik Osmanlı Ordusu, Kasım 1914'de Trakya'da kurulan 19. ve 20. piyade tümenleri ile 40 tümene çıkacaktı. Savaşın ilerleyen döneminde ise toplam tümen sayısı 52'ye ve toplam ordu sayısı 9'a yükselecekti. Savaşın sonuna doğru lağvedilen tümenlerle ordudaki tümen mevcudu 38'e inecek ve İstiklal Harbi başlarında Türk Ordusu'nun elinde zayıf vaziyette 20 tümen bulunacaktı.
1. Dünya Savaşı patlak verdiğinde Alman Askeri Islah Heyeti fazla bir ilerleme kaydetmemişti. Her nekadar, yabancı gözlemciler İstanbul'daki 1. Ordu'nun kalitesinden etkilenseler de, aynı durum İstanbul'dan uzak diğer ordular için geçerli değildi. Ki bu orduların bazılarında yetersiz teçhizatlı 20 askerden oluşan bölükler mevcuttu.
İşte Osmanlı Ordusu bu haliyle Büyük Savaş'a sürüklenmiş ve Ortadoğu, Avrupa, Kafkasya ve Gelibolu savaş alanlarında imparatorluğun son çırpınışları sırasında üzerine düşen vazifeyi yerine getirmeye çalışmıştı.