ecel serbeti
ECEL ŞERBETİ
Bostancıbaşı, cellâtların başıydı. Balıkhâne Kasrı ise, îdamlık siyâsî mahkûmların îdam edilmeden önce üç gün bekletildikleri zindan. Bu mekân, Gülhâne Parkı’nın sâhile yakın kısmında bulunan aşı ( kızıl ) renkli, büyükçe bir kasırdı. Îdamlık mahkûmlar, evvelâ bostancıların kollarında bu kasra gönderilirler, haklarında verilen karar Dîvân-ı Hümâyun’da tekrar görüşülüp suçu sâbit olduğu ve ölümü hak ettiği anlaşılırsa, mahkûm üçüncü gün îdam edilirdi. Böylelikle Osmanlı sultanları, anlık bir öfke ve yanlış bir kararla bir mâsumun kanına girmemiş oluyorlardı.
Üç gün boyunca bu zindanın soğuk odalarında âkıbetini bekleyen mahkûmun, affedilmesi için dua etmekten başka elinden bir şey gelmezdi. Seçimsiz ve çâresiz beklerdi âkıbetini. Üçüncü gün sonunda zindanın demir kapısı açılır ve elinde tepsiyle, insan azmanı bostancıbaşı görünürdü. Tepsideki bir kadeh şerbeti mahkûma sunmak için gelen bostancı, saygıda kusur etmezdi. Sessizce içeri girer, saygıyla şerbeti sunardı. Genellikle pek konuşma olmazdı aralarında. Buna gerek de yoktu zâten. Zîrâ mahkûm, bostancıbaşının getirdiği kadehin renginden âkıbetini anlardı. Eğer şerbet, beyaz kadehle gelmişse affedildiğine, kırmızı kadehle gelmişse îdam edileceğine işâretti. Kadeh beyazsa mahkûmun yüzüne kan gelir, rahat bir nefes alarak şerbetini içer ve yine bostancıların nezâretinde kendisi için sâhilde, yalı köşkünün önündeki bostancı kayıkhânesinde hazırlanmış çektiriye binerek, sürgün edildiği mekâna doğru yol alırdı. Zîrâ îdamdan affedilmenin karşılığı sürgündü. Ve beyaz kadehin mânâsı da bu idi. Kızıl kadehe gelince… Ölüm demek olan kızıl renkli kadehi görür görmez mahkûmun yüzündeki kan çekilir, beti benzi atar, suratı bembeyaz kesilirdi korkudan. Zîrâ az sonra içeceği buz gibi şerbet onun ecel ( şehâdet ) şerbeti olacaktı.