osmanli kale mimarisi
Osmanlı Kale Mimarisinin Ana Hatları
Türk ve Osmanlı mimarlık terminolojisinde belli bir alana savunma amacıyla yapılmış üzerinde mazgallar ve kuleler bulunan kalın ve yüksek duvarlardan oluşmuş yapılara büyüklüklerine bakılmaksızın genel anlamda kale denilmektedir. Ancak kale Osmanlı mimarlığında çok genel bir kavramdır ve bu tarihi yapı türünün ayrıntılarına girildiğinde kendi içinde çeşitli tiplere ayrıldığı görülmektedir:
1. İçinde belli sayıda asker bulundurulan karakol ya da küçük bir garnizon görevi için yapılmış ve stratejik noktalara yerleştirilmiş kaleler ile palankalar.
2. Sınır boylarına ya da ülkenin ana yol arterleri üzerine belirli aralıklarla yerleştirilen; savunma konaklama amaçlı ribat tipi kaleler.
3. Bir feodalin ya da yöneticinin kendisine ait bir bölgede hakim bir noktaya yaptırdığı konut veya sarayını da içine yerleştirdiği şato tipi kaleler.
4. Bir toplu yerleşme bölgesinin ya da şehrin yakınında yer alan ve o bölgeye bir saldırı olduğunda halkın sığındığı geleneksel türdeki kaleler.
5. Büyük bir şehrin konut ticaret askeri garnizon ve yönetim bölümlerini birkaç aşamada çevreleyen geniş kapsamlı şehir tipi kaleler.
Savaş ve savunma teknolojisindeki gelişmeler zaman içinde kale yapılarının fonksiyonlarını yitirmesine sebep olmuştur. Ancak Osmanlıların bu aşamaya gelinceye kadar Anadolu'dan başlamak üzere yayıldıkları geniş coğrafya üzerinde ve uzun bir zaman dilimi içinde çok sayıda kale inşa ettikleri bilinmektedir. Ayrıca gittikleri yeni ülkelerde daha önce var olan pek çok savunma yapısını da onararak ve güçlendirerek kullanmışlardır. Ulaştıkları bölgelerin farklı yapı malzemesi inşaat tekniği plan tasarımı ve dekorasyon anlayışları dikkate alındığında; zaman içinde savunma yapıları konusunda ne kadar zengin bir mimari deneyim ve birikime ulaştıkları kolayca anlaşılır.
Bu aşamada bildirimin ayrıntılarına geçmeden önce; Osmanlı savunma yapılarıyla doğrudan ilgili olduğu için Osmanlı mimarisinin bütününe yönelik klişeleşmiş bazı görüşleri birkaç noktada yeniden değerlendirerek dikkatinize sunmak istiyorum. Yapacağım değerlendirmeler genel anlamda Osmanlı mimarlığı özel anlamda ise Osmanlı savunma yapılarının devletin yönetim mekanizması içindeki farklı ve ayrıcalıklı yeri konusunda olacaktır.
Bilindiği gibi Türk sanat tarihinde Osmanlı dönemi dini yapıları ve özellikle camiler ulaştıkları teknik ve estetik düzey nedeniyle imparatorluk mimarlığının bir numaralı sanat ve prestij yapıları olarak kabul edilmişlerdir. Bu kabul başta teknik ve estetik yetkinlik olmak üzere pek çok açıdan doğru sayılabilir. Ancak sanatsal olgunluk ve ait oldukları İslam kimlikli toplumdaki dinsel işlevleri bir yana bırakıldığında bu tür yapıların merkez eksenli Osmanlı devletinin idari mali ve siyasi kurumları tarafından doğrudan oluşturulduğu ya da bu kurumların ürünü olduğu pek söylenemez. Bir başka deyişle Osmanlı ülkesinde cami inşası devletin tekelinde bulunan resmi bir görev idarenin bizzat üstlenerek finanse ettiği asli bir faaliyet türü değildir. Daha açık bir tanımlamayla Osmanlılarda yalnızca camiler değil benzeri dini yapılar ile diğer sosyal ticari ve sağlık yapılarının tamamı merkezi devlet yönetiminin etkinlik alanı dışındadır. Bu yapılar çeşitli bireyler tarafından oluşturulan bağımsız vakıf kurumları vasıtasıyla inşa edilmiş ve yaşatılmaları sağlanmıştır. Devlet yönetiminin idari ve mali bünyesine dahil edilerek gerçek anlamda inşa onarım ve yaşatılmaları öngörülen binalar ise ülkenin geniş coğrafyasına yayılmış olan çok sayıdaki savunma yapıları köprüler suyolları ve karayollarıdır. Osmanlı mimarisiyle ilgili yapılacak çalışmalarda öncelikle bu tarihsel gerçekliğin göz ardı edilmemesi gerekmektedir.
Üzerinde durulması ve mutlaka düzeltilmesi gereken bir başka önemli nokta ise; geniş Osmanlı topraklarındaki savunma yapılarından zaman bağlı olarak yalnızca sınırlardaki kalelerin inşa bakım ve onarımlarına önem verildiği iç bölgelerdeki Osmanlı ve Osmanlı öncesi savunma yapılarının işlevsiz kalmaları nedeniyle bu tür bir işleme tabi tutulmalarına gerek kalmadığı kanışıdır. Oysa çeşitli tarihi kaynaklar ve özellikle devletin mali harcamalarını gösteren Osmanlı arşiv belgeleri bu durumun tam tersini ortaya koymaktadır. Başta Osmanlı kaleleriyle ilgili çok önemli bilgiler aktaran Evliya Çelebi olmak üzere; değişik tarihi kaynaklarda Osmanlı toprakları üzerinde binlerce savunma yapısından söz edilmekte bunların sürekli ve düzenli olarak bakımlarının yapıldığı içlerine yönetici asker görevli erzak ve mühimmat konulduğu belirtilmektedir.
Osmanlı devlet arşivlerindeki 6000'i aşkın "Tamirat Defterleri" "İnşaat Defterleri" "Keşif Defterleri" "Malzeme-i İnşaiye Defterleri" "Mesarif-i İnşaiye Defterleri" "İşçi Ücret Defterleri" ve "Müteferrik Defterler"de bu bilgiler bütün ayrıntılarıyla teyid edilmektedir. Üstelik devletin yönetim yapısı içinde etkin bir işlev üstlenmiş olan bu tür yapıların fonksiyonu sanıldığı gibi gelişen savaş ve silah teknolojisine bağlı olarak belli bir zaman içinde sona erdirilmemiş 19. Yüzyılın ortalarına hatta daha yakın tarihlere kadar devam etmiştir.
Çoğunluğu Osmanlı öncesi Osmanlı ya da Osmanlılara karşı koymak için yapılan ve sayıları binlerle ifade edilen bu kaleler Osmanlılar tarafından dış tehlikelerden başka özellikle iç güvenlik amacıyla devletin mevcut nizamını korumak üzere kullanılmışlardır. Çok çeşitli ırk din mezhep ve sosyal kimliği bünyesinde toplamış olan Osmanlı İmparatorluğunun hiç kuşkusuz başka türlü birlik ve klasik devlet nizamını 600 yıl boyunca sürdürmesi olanağı yoktu.
Bilindiği gibi Osmanlı devletinin egemen olduğu topraklara dahil olan bugünkü Orta Avrupa Balkanlar Kafkasya ve Ortadoğu günümüzde bile dünya siyasal literatüründe "Tarihin Bataklığı" olarak adlandırılmaktadır. Son siyasal olaylar bu tarihi gerçeği bir kez daha bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Adı geçen bölgelerde yaşayan ve birbirileriyle sürekli çatışma halinde bulunan pek çok inanç ve etnisite grubunu yüzyıllarca belli bir devlet nizamı içinde ve sürekli barış ortamında tutabilmek hiç kuşkusuz dirayetli bir yönetim yapısına işaret etmektedir. Osmanlı devletinin başarılı yönetim formülünün içinde bölgelere göre garnizon ya da caydırıcı inzibati merkezler olarak işlevlendirilen kale yapılarının da önemli bir payı olsa gerektir.
Çeşitli dönemlerde ve değişik siyasi topluluklar tarafından inşa edilerek Osmanlılara intikal eden ve sayıları binlere ulaşan bu yapıların çoğuna Osmanlı kullanımı sırasında çeşitli onarım ve ekler yapılmış ya da yeniden elden geçirilmişlerdir. Bu değişimler sırasında özgün mimari karakterlerinin yanısıra belli ölçülerde Osmanlı savunma mimarisinin üslup özelliklerini de bünyelerine katmışlardır. Haklarında ayrıntılı araştırmalar yapılmamış olmasına rağmen bu mimari mirasın Osmanlılara savunma yapıları konusunda zengin bir yapı kültürünün birikimlerini aktardığı açıktır.
Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılmasından sonra kurulan Osmanlı döneminde Anadolu'da savunma ve askeri yapıların inşa edilmesi konusunda Selçuklu döneminden farklı bazı teknik ve yöntemlerin izlendiği gözlenmektedir. Selçuklu döneminde Anadolu'da daha önce Roma ve Bizanslıların yaptığı gibi şehirleri birkaç kademede surlarla çevirerek savunma prensibi egemendi. Osmanlılar ise tümüyle olmasa bile bu prensibi büyük ölçüde terk ederek doğrudan şehrin kendisini savunmak yerine belli bir alanı askeri ve coğrafi açıdan kontrol edebilen noktalara kale ve benzeri askeri garnizon kurmayı tercih etmişlerdir. Şehirlerin savunulmasında ise dış sur (dış kal'a) tamamen önemini yitirmiş onun yerini bir tür askeri garnizon görevi yapan iç kale (ahmedek) almıştır.
Osmanlı Türklerinin askeri açıdan stratejik buldukları noktalara inşa ettikleri kale tipinin önemli ve en erken tarihli örneği; İstanbul'un fethinden 60 yıl önce 1394 yılında Sultan Yıldırım Bayezid'in İstanbul Boğazı'nın Asya kıyısına inşa ettirdiği Anadolu Hisarı'dır. Karadeniz ve Akdeniz'in birbirine bağlandığı kanalı kontrol etmek amacıyla ve geleceğe yönelik bir stratejik görüşle yapılan Anadolu Hisarı ortada 25 m. Yükseklikte dört katlı bir kule ve onu çevreleyen köşeleri kuleli beşgen bir sur sisteminden oluşmaktadır. Fatih Sultan Mehmet 1452 yılında İstanbul'un alınması öncesinde Anadolu Hisarı'nın etrafına 65 x 80 m. ölçülerinde ve 2 m. Kalınlığında üzerinde üç kule bulunan bir sur ilave etmiştir.
Osmanlı mimarisinde kale yapımı konusunda Fatih Sultan Mehmed'in kullandığı tekniğin ve inşa ettirdiği eserlerin özel bir yeri vardır. Bu ünlü hükümdann İstanbul'un fethine karar vermesinin ardından 1452 yılında İstanbul Boğazı'nın Avrupa yakasında ve Anadolu Hisarı'nın tam karşısında yaptırdığı Rumeli Hisan bu konuda verilebilecek en güzel örnektir. İstanbul Boğazı'nın en dar noktasında ve karşı yakadaki Anadolu Hisan'yla beraber Karadeniz-Akdeniz arasındaki kanalı tümüyle kontrol edebilen bu kalenin yapımı inanılmaz bir hızla 130 günde tamamlanmıştır. Çağının en gelişmiş ve en ağır toplarıyla donatılan bu iki kalenin İstanbul'un alınmasında önemli rol oynadıktan bilinmektedir. Rumeli Hisan; eğimli bir arazide üç büyük kule onüç burç ve bunlan birbirine bağlayan surlardan oluşmuş bir yapılar topluluğudur. Fatih Sultan Mehmet bu üç kuleyi geleneğe uyarak üç vezirine inşa ettirmiş ve onlann adını vermiştir.
Osmanlı Türklerinin İstanbul'un alınmasından çok önce Küçük Asya topraklanndan Avrupa'ya geçtikleri ve Balkanlar'ı siyasal sınırlan içine kattıkları bilinmektedir. Türkler bu geçişleri sırasında Çanakkale Boğazı'nı kullanmışlardır. Çanakkale Boğazı iki kıtayı birbirinden ayıran ve bir iç deniz olma özelliği taşıyan Marmara Denizi'nin daralarak 1200 metrelik bir kanala dönüştüğü ikinci noktadır. Bir başka deyişle İstanbul Boğazı Karadeniz'e Çanakkale Boğazı ise Ege Denizi'ne ve Akdeniz'e açılan doğal bir geçiş noktası özelliği taşımaktadır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul'un alınışından dokuz yıl sonra 1462'de bu stratejik bölgeyi kontrol altında tutabilmek için Çanakkale Boğazı'nın iki yanına iki kale yaptırmıştır. Avrupa kıyısındaki Kilitbahir Kalesi'nin iç kale bölümü üçlü bir yonca yaprağı şeklinde planlanmıştır. 30 m. Yükseklikteki iç kaleyi 500 m. Uzunlukta bir dış sur kuşatmaktadır. Çanakkale Boğazı'nın Küçük Asya yakasında bulunan Kale-i Sultaniye ise 29 x 40 m. ölçülerinde dikdörtgen planlı ve 22 m. Yüksekliğinde bir yapı olup dört köşesinde yanm daire planlı birer kule bulunmaktadır.
Çanakkale Boğazı'nda TrForumuz.Biz Fatih Sultan Mehmed'in yaptırdığı kalelerden başka yine herbiri bir yakada olmak üzere Sultan IV. Mehmed döneminde 1659'da Kale-i Hakaniye ve Seddülbahir (Seddü '1-Bahir) adlı iki kale daha yapılmıştır. Türk askeri tarihinde denizden yapılan çıkartma harekatlanna karşı çok önemli bir kara savunma bölgesi olan Çanakkale Boğazı kaleleri ve çevresi I. Dünya Savaşı'nda da korkunç çarpışmalara sahne olmuş ve stratejik önemini 20. Yüzyıla kadar sürdürmüştür.
Fatih Sultan Mehmed'in yaptırdığı savunma yapıları grubuna giren ancak daha önce belirtilen kalelerden biçim ve kullanım olarak çok farklı özellikler gösteren iki örnek daha vardır. Fatih İstanbul'u 1453'de fethettikten sonra uzun zamandır bakımsız kalan şehrin imarına yönelmiş bu arada Bizans dönemine ait ünlü İstanbul Surları'nın içinde oldukça değişik fonksiyonlar üstlenen iki tane iç kale yaptırmıştır. Bunlardan birincisi şehrin kara surları yönünde Altın Kapı'nın yer aldığı bölümün iç tarafına inşa ettirdiği Yedikule Hisarı'dır. Bazı Osmanlı hükümdarları tarafından zaman zaman hapishane olarak da kullanılan bu iç kaleyi gerçekte Fatih Sultan Mehmed devletin hazinesini koymak için 1458'de yaptırmış ve 17. Yüzyılın başına kadar bu fonksiyonuna uygun biçimde kullanılmıştır. Yedikule Hisarı yedi adet kule ve bunları birbirine bağlayan yüksek duvarlarla çevrili çokgen planlı bir yapıdır. Kulelerden bazıları Bizans dönemine aittir. Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul surlarının içine iç kale biçiminde inşa ettirdiği ikinci savunma yapısı Sur-u Hakanî'dir. Sur-u Hakanî şehir surlarının İstanbul Boğazı yönündeki bölümünün iç yüzünde muhteşem bir manzaraya karşı yine Fatih tarafından inşa edilen ünlü Topkapı Sarayı'nı şehirden ayıran bir savunma yapısıdır. 1478 yılında tamamlanan 1400 m. Uzunluğunda ve üzerinde 28 kule bulunan bu sur Osmanlı hükümdar sarayının güvenliğini sağlamak için inşa edilmiştir. Bilindiği gibi 1468-1855 yılları arasında Osmanlı hanedanının oturduğu Topkapı Sarayı Fatih'in inşa ettirdiği bir iç kalenin (Sur-u Hakanî) duvarları arasında gelişen büyük bir saray kompleksi (699.000 m2) olarak dünya siyasetinde etkin bir rol oynamıştır.
Oldukça geç tarihli olmasına rağmen Topkapı Sarayı ile gerek savunma sistemi ve gerek saray planı açısından büyük benzerlikler gösteren bir yapı da Doğu Anadolu'da İran sınırı yakınında bulunan İshak Paşa Sarayı'dır. 1784 yılına tarihlenen bu yapılar topluluğu günümüze gelmeyen bir dış sur sisteminin ortasında oldukça yüksek bir tepeye saray fonksiyonlu bir iç kale olarak inşa edilmiştir. Üç yönü uçurum olan yapı güçlü bir savunma anlayışına göre yapılmıştır.
Sonuç olarak 16. Yüzyılın başlarından itibaren yapılan fetihlerle Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları çok genişlediği için Anadolu'daki şehirlerin çoğu ülkenin iç kısımlarında kalmış ve bu bölgelere yeni kaleler yapılmamış onun yerine iç güvenlikle ilgili olarak eski kalelerin onarımlarıyla yetinilmiştir. Ancak ülaaae katılan bölgelerin büyük bölümünün Avrupa yönünde olması dolayısıyla; bugünkü Macaristan Romanya Yugoslavya Avusturya Arnavutluk Bulgaristan Yunanistan topraklarında 16. Ve 17. Yüzyıllarda Osmanlıların pek çok kale ve savunma yapısı inşa ettiği bilinmektedir.Ne var ki bu yapılardan birçoğunun zaman içinde yıkılmış değiştirilmiş ve orijinal kimliklerini yitirmiş olmaları nedeniyle Türk kale ve askeri mimarisinin gelişimi içinde değerlendirilmelerine imkan bulunmamaktadır.
Anadolu Türk mimarisinin tarihi gelişim süreci diğer yapı tiplerinde olduğu gibi askeri mimari alanında da İç Asya ile başlamaktadır. Bir başka deyişle 6. Yüzyılda ilk örneklerine İç Asya'da rastladığımız Türk tipi kale inşa etme geleneği yüzyıllar boyunca ve çeşitli coğrafyalar üzerinde orijinal örnekler vermiştir. Ancak belli bir zamandan beri tarihi kalelerin fonksiyonlannı yitirmeleri sebebiyle orijinal özellikleri sahip Osmanlı kalelerinin sayısı giderek azalmaktadır.