osmanli fetih felsefesi
26 Ekim Trabzon’un fethinin 548. yıldönümü idi. Iskaladık, ama teğet geçmiyoruz: Çünkü o münasebetle tarihten alacağımız dersler var…
Fatih Sultan Mehmed'i Trabzon fethine yönlendiren üç temel sebep sayabiliriz:
1. Trabzon İmparatorluğu, Bizans’ın doğal bir parçasıydı. Bu itibarla fethedilmesi gerekiyordu. Aksi taktirde Bizans’ın fethi tamamlanmış olmayacaktı.
2. Trabzon Rum İmparatoru David Komnen, Osmanlılardan intikam sevdasına düşmüş, bu amaçla Venedik Cumhuriyeti, İran (Akkoyunlu), Gürcistan Devletleri, İsfendiyar Oğulları ve Karaman Oğulları’yla askeri ittifaklara girmişti.
3. Trabzon Rum İmparatoru’nun kızını alan Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan, bu akrabalığına dayanarak Fatih’in Trabzon’dan aldığı vergileri kendisine iade etmesini istiyordu (1460).
Bu olayları Fatih, devletinin varlığına tehdit olarak algıladı ve bu tehdidi ortadan kaldırmaya karar verdi. Osmanlı kara ordusu, Fatih Sultan Mehmed’in komutasında 23 Mart 1461'de Trabzon’a hareket etti. Aynı anda Mahmut Paşa, 150 parçadan oluşan Osmanlı donanmasıyla Karadeniz’e açıldı. Ama ordunun nereye gittiğini kimse bilmiyordu.
Uzun Hasan, yaptıklarından dolayı kendi üzerine gelindiğini düşünerek telaşlanmıştı. Fatih’e bir heyet gönderdi. Heyette Uzun Hasan’ın annesi Sâre Hatun da vardı.
Görüşmeler bittikten sonra, Sâre Hatun, Fatih’le kalmak için izin istedi. Fatih Sultan Mehmed izin verince, Osmanlı Ordusu’yla birlikte o da Trabzon yoluna düştü.
Ordu son derece zor şartlar altında ilerliyordu. Öyle ki, askerlerine moral vermek için yaya yürüyen Fatih’in yüzü-gözü toz ve terden kararmış, cübbesi yer yer yırtılmış, dizi kanamıştı…
Sâre Ana, Padişah’ın bu haline görünce dayanamadı: “Hey oğul” dedi, “Trabzon’a bunca zahmet nedendir? Trabzon nedir ki, ondan ötürü Sehsuvari Saltanat piyade olup pürdap ola?”
Padişah’ın verdiği cevap Osmanlı’nın fetih felsefesini açıklıyor: “Hey ana bu zahmet din yolunadır. Kim ahirette Allah hazretlerine varıcak inayet ola derim. Zira bizim elimizde İslâm kılıcı vardır. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize Gazi Hünkâr dimek yalan olur.”
Yani, “Biz bu savaşlara Din-i İslâm’ı yaymak için giriyoruz. Elimizdeki güç İslâm’ın gücüdür. Bunu Allah yolunda kullanıyoruz.”
Osmanlı’nın Batılı benzerleri gibi “istilâcı” olup olmadığı konusunda tereddüde düşenler, çıkardığı kanunlarla Osmanlı’yı sistematize eden önder isim Fatih Sultan Mehmed’in sesine kulak vermelidirler.
“Allah rızası” için fethe çıkan bir hükümdarın, fethettiği bölgenin insanına zulmetmesi mümkün müdür? İşte bu yüzden Osmanlı’da sistematik zulüm yoktur. Zulüm bir yana, hatta müsamaha (hoşgörü) vardır, hürmet vardır, merhamet vardır…
Öyle olmasaydı, hâkimiyetimiz altında beşyüz sene yaşamış Balkan topraklarında ne Sırp kalırdı, ne Bulgar, ne de Çek veya Romen.
Uzatmayalım, Trabzon muhasarası (kuşatması) 40 gün sürdü. Daha da uzayacaktı. Fakat Sadrazam Mahmud Paşa devreye girdi…
Bu olaya gelmeden önce, bir konuya açıklık getirmek zorundayım…
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan bazı kimseler “devşirme”, yani Hıristiyan ailelerden alınıp Enderun’da eğitildikten sonra kabiliyeti ve sadakati ölçüsünde yükselen sadrazamları ve onları sadrazamlığa getirme yolunu açan Fatih Sultan Mehmed’i suçlamaktadırlar. Mahmud Paşa örneğini incelemek, bu suçlamaların ne kadar mesnetsiz olduğunu göstermesi açısından ilginç olabilir.
Mahmut Paşa’nın soyu Rum’dur, (Hırvat olduğunu söyleyenler de var) ama unvanı “veli”dir.
Semendire Adası yakınlarında yaşarken, Osmanlı akıncılarının eline düşmüş, Edirne’ye getirilip Enderun’da yetiştirilmiş, sadrazamlığa kadar yükselmiştir. İlk “devşirme” sadrazamdır. Devşirmedir, ama hiçbir ihaneti görülmemiş, tam tersine, Osmanlı’ya büyük hizmetleri geçmiştir.
Osmanlı coğrafyasının muhtelif bölgelerinde hayır eserlerinin yanı sıra, İstanbul’da kendi adını taşıyan semtte çarşısı ve camii vardır.
Trabzon’un fethi sırasında, şimdiki Zağanos Paşa Köprüsü çevresinde kanlı çatışmalar olması üzerine, İmparator’un başmabeyincisi (Hükümdar adına dış bağlantıları kuran ve görüşmeler yapan kurumun başı) öz teyzesinin oğlu Yorgi Amuriki ile görüşmüş, daha fazla kan dökülmemesi konusunda ikna edip, İmparator’u da ikna etmesini sağlamıştır. Sonunda Trabzon teslim olmuştur. (26 Ekim 1461).
İnsaf!.. Rum kökenli diye bu tür hayırlı hizmetlerini ve hayır eserlerini görmezden mi geleceğiz?
Fetihten hemen sonra, ilk iş olarak Meryem Ana Kilisesi camie çevrilip Müslümanların ibadetine tahsis edilmiştir. Bu cami ihtiyaca kâfi gelmeyince, Sen Ojen Kilisesi de cami yapılmıştır. Diğer kiliselere ise dokunulmamış, ihtiyaç duyulması halinde yeni kilise inşa edilmesi de yasaklanmamıştır.
Bu konu da eleştiriliyor. “Osmanlı Devleti inançlara müsamaha ile bakıyorsa, neden kiliseleri camie çeviriyor?” diye sorgulanıyor.
Çünkü fatihlerin Cuma namazını kılmak için camie ihtiyaçları vardır. Birkaç gün içinde cami inşa edilemeyeceğine göre, bu bir mecburiyettir. Osmanlı, kiliseyi yıkmıyor, sadece dönüştürüyor. Oysa aynı çağda Katolikler bir Ortodoks bölgeyi istila ettiklerinde, önce Ortodoks kiliselerini yıkıyorlardı.
Ortodokslar da Protestanlara aynı şekilde davranıyordu. O çağda sadece Osmanlılar mâbed yıkmıyor, yeni mâbed inşa edilmesini yasaklamıyor, yalnızca ihtiyaç duyulan sayıda kiliseyi camie çeviriyorlardı.