istankoy adasi kos
12 Ada'dan biri olan İstanköy (Kos) Adası Batı Anadolu sahillerine yakın bir yerde, Gökova körfezinin (İstanköy körfezi) girişinde yer alır. 290 km2’lik yüzölçümü olan dar ve uzun bir adadır. Bodrum’a yaklaşık 17 km. mesafededir. Tarihî kaynaklarda Kos, Cos, Stanco, Stanchio, Lango adlarıyla anılır. İlk Osmanlı kaynaklarında rastlanan “İstanköy” kelimesi ise hiç değişmeden devam etmiştir.
XI. yüzyılda Arap akınlarına hedef olmasının ardından Latin hâkimiyetine girmiş, 1258’de yeniden Bizans’ın eline geçmiştir. Saint Jean şövalyeleri Rodos’a yerleştikten sonra burayı da alarak (1315) yeni kaleler yaptılar. Limanı muhafaza altına aldılar, bir köprü ile şehre bağlanan kaleyi yeni baştan tahkim edip Türk akınlarına karşı koymaya çalıştılar. 1391-1396 yılları arasında Yıldırım Bayezid’in buraya yönelik akınları sırasında kalenin güneydoğu ve güneybatı kısmına iki kule inşa edildiği bilinmektedir.
İstanköy ilk ciddi Osmanlı hücumu ile 859’da (1455) karşılaştı. Hamza Bey idaresindeki donanma buraya saldırarak Andimahya Kalesi’ni muhasara ve tahrip etti. 928’de (1522) Rodos’un fethi sırasında anlaşma şartları gereği Osmanlılar’a terkedildi. Kaptan Behram Bey, İstanköy ve Bodrum önlerine geldiğinde kale muhafızları kaleyi ona teslim ederek buradan ayrılmışlar ve bu haber 17 Safer 929’da (5 Ocak 1523) ordugâha ulaşmıştı. Ada alınır alınmaz buraya bir kadı, dizdar ve yeterli muhafız gönderilmiş, en büyük ve müstahkem kalesi olan Narence tamir edilmiş, adanın Ortodoks halkı yerlerinde bırakılmış ve kale dışındaki varoşta ikametleri sağlanmıştır.
Muhtemelen Osmanlı hâkimiyeti öncesi hakkında bilgi veren Pîrî Reis, dağlık ve ovalık olarak tanımladığı İstanköy’e şövalyelerin “uzun ada” anlamında Lango adası dediklerini ve dört müstahkem kalesinin bulunduğunu, asıl kale olan Narence’nin Anadolu sahilleri karşısında olup limanın hemen yanında yer aldığını, buradaki limanın gemilerin barınmasına müsait olduğunu, diğer kalelerin ise Andimahi, Kefalos ve Pili adlarını taşıdığını yazar.
Osmanlı idaresi altına girdikten hemen sonra yapılan tahrire göre Kal’a-i Narence, Nefs-i Narence adlarıyla anılan kasaba tamamı varoş kesiminde bulunan on yedi mahalleden ibaretti. Bu mahallelerde oturan hıristiyanların toplam nüfusları 505 hâne, 83 bîve (dul kadın) olmak üzere yaklaşık 2500 kişiye ulaşıyordu. Fethin ardından buraya yerleştiği anlaşılan Türk nüfus ise kale içinde ikamet ediyordu ve bunlar bir mahalle olarak deftere kaydedilmişti. Yetmiş dokuz haneden ibaret olan sivil Türk ahali “gönüllü” kaydıyla belirtilmiş ve kendi istekleriyle gelip yerleştiklerine işaret edilmişti. Kalede 297 muhafız vardı. Bu rakamlara göre Türk nüfus yaklaşık 1000 kişi dolayında idi. Diğer yerleşme yerlerinden Pili Kalesi’nde sekiz mahalle, 466 hâne, 32 bîve, 32 kale muhafızı; Andimahya’da 7 mahalle, 268 hâne, 65 bîve, 20 kale muhafızı; Kefalos’ta 4 mahalle, 216 hâne, 4 bîve, 16 muhafız mevcuttu. Adada bunların dışında bir yerleşme yeri yoktu. İstanköy bir kaza merkezi olup Kalimnos ve Leryos adaları da buraya bağlanmıştı.
1590’lara kadar İstanköy’ün nüfus ve fizikî yapısında önemli değişmeler oldu. Özellikle merkezde üç Türk mahallesi ortaya çıktı. Bunların her biri birer mescidin etrafında teşekkül etmişti. Kale civarında ve varoş kısmında bulunan bu mahalleler İbrahim Mescidi (12 hâne), Ali Ağa Mescidi (27 hâne) ve Tabakhane Mescidi (10 hâne) adlarını taşıyordu. Ayrıca ilk tahrirde kaydedilen gönüllü grubu 132 hâne, 77 bekâr, toplam 216 erkek nüfusa ulaşmıştı ve bunlar kalenin dışında ikamet etmeye başlamışlardı. Kale muhafızlarının sayısı 279’du. Aralarında Latin asıllı kimselerin de bulunduğu anlaşılan hristiyanlara ait mahalle sayısı bir önceki tahrirde olduğu gibi 17 idi. Bunların toplam 817 erkek nüfusları (nefer) vardı. Muhafızlarla birlikte 547 nefer müslüman nüfus da bu sayıya katılacak olursa merkez kasabanın 4000 kişiye ulaştığı tahmin edilebilir. Diğer üç kalede de nisbî bir nüfus artışı oldu. Pili (544 nefer, 8 mahalle), Andimahya (486 nefer, 7 mahalle) ve Kefalos’un da (282 nefer, 3 mahalle) ilâvesiyle adanın toplam nüfusu 8 - 9.000 dolayına yükseldi.
Güvenli limanı ve muhkem kalesiyle Osmanlı donanmasının önemli deniz üslerinden biri haline gelen İstanköy, bu özelliğini 1570’lerden sonra Akdeniz’deki yeni gelişmeler sonucu kazandı. Yoğunlaşan deniz harekâtları sebebiyle bir ara Nakşe (Naksos) sancağına bağlandı. Ardından yeniden Rodos’a katıldı (989/1581). XVII. yüzyılda önemi giderek arttı. Sağlam kalesi ve limanı sebebiyle tüccar gemilerinin uğrak yeri oldu. Bazı seyyahlar, korsanların uğrayamadıkları bu adanın İstanbul-Mısır ticaret gemileri için güvenilir bir liman olduğunu belirtirler. 1082 Cemâziyelevvelinde (Eylül 1670) burayı gören Evliya Çelebi’ye göre kale içinde 300 (?) ev vardı. Kale kapısının iç tarafında kiliseden çevrilmiş minaresiz Sultan Süleyman Camii bulunuyordu. Varoş ile kale arasındaki Lonca meydanı antik özelliğe sahipti. Kalenin hemen dışında olan bu kesimde 1200 hâne mevcut olup bunların ellisi Türkler’e aitti. Hıristiyanların ise her biri birer mahallenin merkezi olan sekiz kilise ve 900 haneleri bulunuyor, ayrıca bir yahudi topluluğu da yer alıyordu. Bu kısmın iki kapısı vardı, gemiler bu kapılardan İskele Kapısı önlerine yanaşıyorlardı, gümrük de buradaydı. Diğer kapının (Yalı Kapısı) batısı asıl büyük varoşa açılmaktaydı. Etrafında sur olmayan bu büyük varoş kesimi bağlık ve bahçelik olup 2000 ev, 18 hıristiyan, 7 müslüman mahallesinden oluşuyordu. Buradaki beş camiden Eskicami, Yenicami, Tabakhane Camii çarşı içindeydi; pazar yerinde ise Meydan Mescidi yer alıyor, ayrıca Dede Mescidi denilen bir başka mâbed daha bulunuyordu. 200 dükkân mevcut olmakla birlikte bedesteni yoktu. Halkı genellikle ticaretle uğraşıyor, adada bol miktarda narenciye ürünleri yetiştiriliyordu. Ada sulak ve otlak olduğundan Anadolu’dan Türkmen obaları buraya gelip yerleşmişlerdi. Nitekim Muharrem 1084 (Nisan 1673) tarihli bir fermanda, Batı Anadolu bölgesine göç eden Boz-ulus Türkmenleri’nden bir kısmının İstanköy adasına yerleştikleri belirtilmektedir.
1800 ve 1801’de adaya gelen W. Wittman verimli ziraat alanları olan, bol meyve ve narenciye yetiştirilen İstanköy’de 4000 kişinin yaşadığını, bunun 2000’ini Türk, diğerlerini Rum ve yahudilerin oluşturduğunu belirtir. 1830, 1844 ve 1845 yıllarına ait cizye defterlerine göre ise müslüman nüfus hariç adada gayrî müslim erkek nüfus 1653-1908 kişi arasında değişiyordu ve küçük bir yahudi topluluğu da merkez kasabada varlıklarını sürdürüyordu.
Cezâyir-i Bahr-i Sefîd Beylerbeyliğinin Rodos sancağına tâbi bir kaza olan İstanköy 1869 ocağında mutasarrıflık haline getirildi. Civar adalardan Sömbeki, Kaşot, Kalimnos kaymakamlık olarak buraya bağlandı. Astropalya ile İncirli adaları da müdürlük şeklinde İstanköy merkez kaymakamlığına tâbi idi. Bir ara bu mutasarrıflık Menteşe’ye nakledildi. 1290 (1873) tarihli Salnâme’ye göre eyalete bağlı bir sancak olan İstanköy İncirli, Astropalya, Kalimnos ve Leryoz nahiyelerinden oluşuyordu. Patmos da kaza olarak buraya bağlıydı. 1302 (1885) Salnâme’sinde adada 2366 müslüman, 7679 hıristiyan, 33 kıbtî, 67 yahudinin bulunduğu belirtilmişti. Ayrıca on yedi cami, iki tekke, sekiz kilise, bir havra, dört yağhane, 229 dükkân, 3 hamam vardı. Adaya daha sonra bir kısım Girit muhacirleri de yerleştirildi.
Türk nüfus günümüzde 1437 kişi (ada nüfusunun yaklaşık onda biri kadar) olup Türkler’in büyük bir bolümü Germe (Platanio) köyünde bulunmaktadır. Adadaki en önemli Türk mezarlığı da bu köydedir. İstanköy’de bugün Gazi Hasan Paşa Camii, Defterdar İbrahim Efendi Camii (1137/1724). Atik Camii (XVI. yüzyıl), Moruk Camii (1892’de tamir edildi), Yenikapı Camii (XVI. yüzyılda Yenicami) mevcut olup bunların çoğu harap durumdadır. Limandaki Tabakhane Camii 1933 depreminden sağlam çıkmasına rağmen, İtalyanlar tarafından yıktırılmıştır. Defterdar Camii ile Germe köyündeki cami ibadete açıktır. Kabapınar köyü, Pili, Kefalos’taki mescidlerin de harap durumda olduğu veya ortadan kalktığı bilinmektedir.
Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde
İSTANKÖY
Evsâf-ı Cezîre-i Nârenc Kal'a-i İstanköy
Sene 928 târîhinde Ciniviz küffârı elinden Sultân Süleymân fethidir. Be-dest-i Kapudan Palak Mustafâ Paşa.
Cezâyir eyâletinde Rodos sancağı hükmünde maktû’-l kadem ve mefrûzü’l-kalem Süleymân Hân evkâfıdır. Hâkimi mütevellîdir ve azîm evkâfdır. Ve üç yüz akçe şerîf kazâdır. Ve nâhiyesi ancak cezîre içinde vâki’ üç kal’adır. Biri İstanköy biri cenûb tarafında kal’a-i Pili ve cenûbunda kal’a-i Andimahi ve dahi cenûbunda kal’a-i Kefaloz. Ve bu İstanköy cezîresinin garbında on iki mîl ba’îd cezîre-i kal’a-i Kalimyoz ve kurbunda Paşa adası. Nâhiyeleri bunlardır, gayri yokdur.
Ammâ mahkeme mahsûlü mâh-be-mâh bin sivilye riyal hâsıl olur, alâ-tarîku’l-hedâyâdan gayri. Müftîsi ve nakîbüleşrâfı ve kethudâyeri yokdur ammâ yeniçeri serdârı ve cebeci çorbacısı vardır. Ve ze’âmet ve tîmâr olmaduğundan (Y 104b) alaybeğisi ve çeribaşısı yokdur. Ammâ cezîrede dörd dizdâr ve bir mütevellî ve bir paşa kâ’immakâmı vardır. Beğinin taraf-ı pâdişâhîden hâss-ı hümâyûnu cezîre mahsûlünden on yük akçedir. Hîn-i seferde kapudan paşa ile bir pâre kadırga ile sefer eşer.
Ve Bodurum kal’ası ile İstanköy cezîresinde olan beş kal’anın cümle neferâtı altı yüz âdemdir. Ve üç yüz müsellem kefere kulu vardır. Cemî’i tekâlîf-i örfiyyeden mu’âflardır. Dağlarda kâfir kalyonları içün ve âyende vü revende gemiler içün varda beklerler. Ammâ İstanköy kal’asının üç yüz seksen neferât vardır ve dizdârı a’lâ ağalıkdır. Ve cümle neferât ulûfelerin İstanköy gümrüğünden alırlar.
Ve bu İstanköy kal’ası yüz yigirmi mîl şarkdan garba tûlânî bir cezîreye vâki’ olmuşdur. Anın şark cânibinde bir kumsal burunda Menteşe cânibine Isbat kal’ası burnuna altı mîl karîb horos sadâsı istimâ’ olunur yakın bir burunda şekl-i murabba’ Ciniviz binâsıdır. Ammâ niçe elden geçmiş bir kal’a-i hısn-ı hasîn ve sedd-i kâr-ı insân bir kerb-i metîn kal’adır. Ve cânib-i erba’ası deryâdır. Ammâ karada varoş tarafı elli adım enli karadır ve elli adım derin handakdır. Küffâr zamânı ol handakdan deryâ dolaşır imiş. Ammâ şimdi karadır. Tathîr olunsa deryâ dolaşup kal’a ada gibi olur. Ve bu handak içre ba’zı kayık ve firkateler bağlanır. Ve bu kal’anın cirmi dâ’iren-mâdâr bin adımdır. Ve yalın kat dolma Şeddâdî dîvârdır ve serâpâ cânib-i erba’ası altmış ayak enli rıhtım dolma dîvârı seng-i hârâdır. Ve bu dîvâr üzre at ile cirid oynamak mümkindir.
Ve bu dîvâr üzre hîn-i muhâsarada şehîdler mezârları vardır. Liman cânibine vâki’ olmuşdur. Azîm ziyâretgâhdır, niçe kerre üzerlerine nûr-ı Yezdân nazil olduğu müsbetdir.
Ve kal’anın tâ ortasında bir kat iç kal’ası var. Ol dahi çâr-kûşe bir kal’adır. Mâ-tekaddem kal’a bu imiş. Ba’dehu Süleymân Hân havfinden taşra kal’ayı binâ etmişler, ammâ yine fethi Süleyman Hân’a müyesser oldu. Ve bu kal’a içinde havlısız bağ u bâğçesiz toprak ve kireç örtülü üç yüz hânedir. Ve kal’a içi cümle yigirmi altı sadrenc nakşı sokakdır. Ve serâpâ kaldırım döşeli pâk sokaklardır. Ve iç kal’anın ve taşra kal’anın cenûba nâzır bir demir kapuları var.
Ve büyük kapunun iç yüzünde câmi’-i Süleymân Hân, cemâ’at-i kesîreye mâlikdir. Ve bir câmi dahi kiliseden vely olunmuşdur. Fevkânî olmak ile altı mahzenlerdir. Mâl-â-mâl cebehâne imiş. Hikmet-i Hudâ ra’d isâbet edüp evc-i semâya münkalib olup münhedim olmuş, ihyâya muhtâcdır.
Ammâ Süleymân Hân’ın küçük câmi’i hareminin solunda bir âb-ı hayât kuyusu var, gâyet sovukdur. Cümle şehirli andan kifâflanırlar. Ve umku bir kulaçdır. Hikmet-i Hudâ bu kuyu deryâ içindedir, yine âb-ı zülâldir. Ve bu câmi’ minâresizdir. Ve bu kal’a cümle sekiz tabyadır. Ve cümle sağîr (Y 105a) ü kebîr iki yüz beş pâre topdur. Ammâ ellisi balyemez toplardır, deryâyı ve liman ağzın döğer. Ve her tabya üzre birer karavulhânesi var, seb (u) rûz dîdebânları âmâdedir. Ve kal’a kapusu mabeyninde divânhâne kemerleri ve der-i dîvârları mâl-â-mâl ve gûnâ-gûn âlet-i harb ile müzeyyendir. Ve kapudan taşra varoşa gitmeğe elli adım cisirdir. Ba’zı yerleri makara ile her gece kalkup kal’a kapusuna siper ederler. Ol hidmete me’mûr pâsbânları vardır. Ve bu cisir kapusu üzre bu târîh tahrîr olunmuşdur. Târîh: “Lâilâhe illallâh Muhammedün Resûlullâh, amei-i bende Hüseyin Çavuş, sene 1051” Bu târîh bir beyaz mermer üzre tahrîr olunmuşdur.
Sitayiş-i Çınâr-ı Azîm-i Kal’a-i İstanköy
Ve bu kapudan taşra kal’a ile varoş mâbeyninde Lonca meydânında bir çınâr-ı sun’-ı Hudâ var kim Cenâb-ı Bârî yed-i kudreti ile bir dıraht-ı azîm halk etmiş kim atlas-ı felekde bu hakîr kırk bir sene on sekiz pâdişâhlık yer seyâhat edüp cihânbânlık eyledim ve rûy-i arzda sun’-ı Hudâ’ları im’ân-ı nazar ile nazar etdim, bu dıraht-ı (P 53b) müntehânın misli meğer Çerkezistân memleketinde Ademî kabîlesi içinde bir güne kavak dırahtı var. Ol kavim ol ağacı hâşâ ve kellâ ma’bûd ittihâz edinüp ana taparlar. Bu dahi sun’-ı Girdigâr’dır. Anı gören zî-rûh sanır.
Ve bir dıraht-ı müntehâ dahi Dağıstân vilâyeti kurbunda kûh-ı Elburz dâmeninde Irâk-ı Dâdyân derler Nûşirvân oğlu Hürmüz-i Tâcidârın tahtı imiş. Hâlâ virandır, ammâ âsâr-ı binâdan bir günde ubûr olunmaz. Eyle bir şehr-i azîmdir. Hâlâ bunda olan ibret-nümâ meğer İsvân memleketinde ola. El-hâsıl bu Irâk-ı Dâdyân kurbunda Penç Hasan derler bir sahrâ-yı azîm vardır. Anda yılda bir kerre kırk gün kırk gece bir bâzâr-ı azîm olur. Hind ü Sind ve Belh u Buhârâ ve Çîn ü Mâçîn ve Fağfûr ve Hıtâ ve Hoten ve Maskov memleketinden niçe kerre yüz bin tüccâr gelüp bey’ (u) şirâ ederler bir cem’iyyet-i kübrâdır. Mezkûr Penç Hasan ziyâretgâh-ı azîmi dibinde bir dıraht-ı kavak vardır. Ammâ içi boşdur ve otuz atlı sığar ol kadar ecvefdir. Ve cânib-i erba’ası dîvârdır. Ve cemî’i halk bu dırahta mu’tekidlerdir. Ammâ Çerkez’den gayri bir kavim tapmazlar. Ancak temâşâ ederler. Ve cümle halk ol zu’m üzrelerdir kim bu dıraht altında İskender-i Zülkarneyn medfûn ola. Hattâ ol ağacın kovuğu içre benî âdem girüp çıkmadan fenâ bulmasın deyü ağacın kapu gibi yerine demir kaplamışlardır. Ve enderûn (u) birûnunda hisâbın Cenâb-ı Bârî bilür ol kadar demir ve na’l ve mıh ve bıçak ve hançer ve kılıç pâreleri mıhlamışlar kim cesed-i şecer gûyâ pûlâd-ı Nahçivânî’den halk olunmuşdur. Ve bu dıraht evc-i âsumâna ser çeküp serâmed olması ile şöhre-i şehr olmuşdur.
Ammâ bu mezkûr İstanköy’deki çınâr-ı müntehâsı anlar gibi serâmed değildir, alçakdır. Ammâ bu diraht-ı azîme Cenâb-ı Bârî’nin bir güne nazarı ta’allûk etmiş bir çınâr-ı şu’bedârdır. Ve midhatinde lisân kâsırdır. Ammâ ihvân-ı bâ-safâya (Y 105b) ve zurefâ-yı bâ-vefâya ol dıraht-ı müzeyyenin keyfîyyet-i hâli şöyle ma’lûm ola ki bu dırahtın vücûdun on âdem kucaklar.
Ammâ cemî’i kuvveti dallarına müstevlî olmuşdur. Cümle şu’beleri üç yüz daldır. Ve her dalın cüssesi birer ve ikişer ve üçer âdem dirâgûş edebilir, eyle kalındır. Ve her biri bir gûne sâye salmış nihâl-i sâyebândır. Ve cümle dalları serâperde-i Süleymanî-misâl cevânib-i erba’asına yayılmışdır. Ve altına âyende vü revende müsâfirîn bir hoş safâ etsünler deyü sâhibü’l-hayrâtlar cümle dalları altına yetmiş yedi sütûn-ı dırahtlar ve mermer ve sommâkî amûdlar diküp cemî’i dalları bu amûdlar üzre durur. Ba’zı direkler ardıc ve servi ve mîşe ve çam sütûnlardır. Ammâ gâyetü’l-gâye kalın dalları altına yedi ve sekiz sommakî amûd-ı müntehâlar dikilmişdir ve ba’zı dalları altına beyaz mermer sütûnlar dikilmişdir. El-hâsıl cümlesi yetmiş yedi sütûndur.
Hikmet-i Hudâ ba’zı dalları ol sütûn-ı müntehâlar üzre dura dura mezkûr dalların ağırlığından mermer sütûnlar dalların vücuduna gömülüp mezkûr dallar dahi cüssedâr oldukça hevâya münkalib olup mezkûr sütûnları kucaklayup hevâya mu’allak dururlar. Sâhib-i hayrlar dahi âyende vü revendeden kimse helâk olmak ihtimâli ola deyü mu’allak sütûnların altına mermer tabanlar binâ etmişler. Ammâ yine her sene mezkûr çınâr mu’ammer oldukça ol mermer sütûnları hevâya kaldırup bu hâl üzre bir meydân-ı azîm sâyesi dutup koyah olmuşdur. Ve ba’zı dalları cânib-i erba’asına iki yüz üç yüz adım kol kanat misâli yayılup ba’zı evlerin ve dükkânların ve câmi’in damları üzre perîşân olmuşdur. Lisân-ı hâl ile gîysûların âşıkân üzre sâyebân etmişdir. Ve zîr-i dıraht eyle koyah u hıyâbândır kim gûyâ Çârbâğ-ı İsfahân’dır. Asla güneş te’sîr etmez. Dâ’imâ bâd-ı sabâ uğrayup cemî’i sâkinâna cân bahş eder. Ve sâyesi düşdüğü yerde ol kadar meydândır. Şöyle ma’lûm-ı sa’âdet ola ki cümle kırk üç soffadır. On biri müsâfir soffalarıdır. Bu şehirde hân ve tevhâne olmamak ile cümle âyende vü revende müsâfirîn bu çınâr-ı müntehânın sayesinde hoşnişînlik ederler.
Ve üç yerdeki soffaların her biri onar ve on beşer sommâkî direkler üzre kiremit örtülü soffalardır. Gerçi bu dıraht-ı müntehânın sâyesinde kiremit örtülü binâ lâzım değildir. Ammâ bârân-ı rahmetden hevâyie-i müsâfirîn mahfûz olsun içün sâhib-i haydar böyle ârâmgâh binâ etmişlerdir.
Ve yine bu çınâr-ı müntehânın altında üç kahvehâne soffası var, üstü açıkdır. Cemî’i seyyâh-ı âlem ve zurefâ-yı benî âdem anda zevk u safâlar edüp ömür uğurlarlar. Ve yine bu dıraht-ı Perverdigâr’ın altında Hüsâm oğlu Kapudan Alî Paşa kurşum örtülü bir ağaç kubbe ile binâ etmiş bir nakş-ı bûkalemûn bir âbdesthâne (Y 106a) havuzu var, on iki köşe bir havz-ı azîmdir. Ve ortasında bir şâzrevânı şeb (u) rûz revân olup emr-i ilâhîye imtisâl eden tecdîd-i vuzû’ ederler. Ve her köşesinde birer çeşmesi var, gâyet lezîz âb-ı hayâtdır. Cümle şehir halkı andan def-i atşân ederler.
Ve bu dıraht sâyesinin garb tarafı dalları altında handak kenârında tâ aşağı çârşû başına varınca iki yüz adım bir soffadır. Ol soffa üzre yetmiş seksen turunc ağacı ile müzeyyendir. Ve bu mahalde yine Alî Paşa’nın bir âb-ı hayât çeşmesi var. Ve soffa üzre mihmân olan âşıkânın turunc şükûfesi râyihasından demâğları mu’attar olur.
Ve bu soffaların şarkında yine çınâr-ı muntehâ altında bir çâh-ı mâ var kim hayât-ı cânfezâdır. Ve bir çâh-ı mâ dahi câmi’in kapusu dibinde vâki’ olmuşdur. Makaraları mezkûr çınarın dallarına bağlıdır. Bir âb-ı hayât sudur, cümle keştiyânlar andan sulanır, aceb âsâr-ı hayrât-ı azimdir. Ve mezkûr âsârlar bi’l-cümle çınâr-ı müntehânın altında vâki’ olduğundan tahrîr etdik ki yârân-ı safâya ma’lûm ola kim ne kadar azîm dıraht-ı sun’-ı Hudâ’dır.
Ve Hikmet-i Hudâ bu çınârın niçe bin dalları birbirine halka halka bağlanup çim-ender-çim olmuşdur. El-hâsıl garîb ü acîb îbret-nümâ kâr-ı Perverdigâr’dır. Ba’zı kimesneler bu çınârın evsâfın hikâyet edüp derler ki:
“Dedelerimizden eyle istimâ” ederiz ki bu kal’a küffâr-ı hâksârda iken bir Mısır gemisin küffâr alup ümmet-i Muhammed esîrleri bu çınârın dibinde kayd-bend ederler. Meğer huccâcın birinde bir kumkuma âb-ı Zemzem var imiş ‘Küffâra nasîb olmasun’ deyü ol hacı bu âb-ı Zemzemi bu çınârın dibine döker. Hikmet-i Hudâ bu çınâr günden güne bu hâle girir ve hâlâ her sene büyümededir” deyü rivayet ederler. Ammâ Allâhu a’lem ol Çerkezistân’da ve Irâk-ı Dâdyân’daki kadar mu’ammer olmamak var. Bu altı yedi yüz yıllık ancak olmak var. El-hâsıl kibâr-ı evliyâullâhın nazarı ta’allûk etmiş bir sun-ı Yezdân’dır. Hakîr dahi teberrüken celî hatt ile ol şecer-i müntehânın bir dalına, Seyyâh-ı âlem Evliyâ rûhıyçün fâtiha.
Sene 1082 deyü nevregân ve tilsiman demirleri ile elifleri birer arşın oyup tahrîr etdik. İnşâallâh ol hat şerha verüp mü’ebbed durur. Gören yârân-ı bâ-safâya muhtefî değildir.
Ve bu çınar şehr-i İstanköy’ün şöhre-i şehir olmasına sebebdir. Ve bu mahal cemî’i zurefâ ve yârân-ı bâ-safâ ve ehl-i urefânın cem’iyyeti yeridir. Hafizakallâhu Te’âla.
Der Beyân-ı Eşkâl-i Varoş-ı Kal’a-i İstanköy
Ve bu çınâr olduğu mahal taşra varoşdadır. İç kal’anın cenûbunda şekl-i murabba’ bir sûr-ı azîmdir ve yalın kat Şeddâdî taş binâ kal’adır. Ve dâ’iren-mâdâr cirmi iki bin adımdır. Ve iç kal’aya muttasıldır. Başka kal’a değildir, ancak çınâr tarafı mâbeyninde bir handak var. Ve bunun dahi cemî’i hâneleri kireç örtülü Şeddâdî binâ musanna’ evlerdir. Cümlesi bin iki yüz (Y 106b) hânedir. Ve bu varoş içre ancak bir mahalle elli Müselmân hânesi vardır. Mâ’âdâ (900 (yüz)) kefere hânesidir.
Ve çınâr altında bir câmi’dir. Gayri mesâcid ve tekye yokdur. Ve mezkûr câmi’ tûlen ve arzan altmış ayakdır. Ve içinde amelî altı sütûn üzre tavandır, kubbe değildir. (P 54a) Ve bir taş minâre-i mevzûnu var. Ve iki kapusu var, biri kıble kapusu ve biri kuyu dibinde yan kapudur. Ve gâyet cemâ’at-i kesîreye mâlikdir, zîrâ bu varoşda bundan gayri câmi’ve mescid yokdur.
Ve cümle tokuz yüz kefere hânesidir. Ve sekiz kefere mahallesidir. Ve sekiz kenîsedir. Ve bir Yahûdî cemâ’ati vardır, Ammâ Ermeni yokdur.
Ve bunda cümle yüz on dükkândır. Ve bezzâzistânı yokdur. Ve bu varoşda kırk satranc nakşı daracık sokaklardır. Ve cümle evleri havlısız, daracık evlerdir. Ve cümle Urum avretleri evlerinde şarâb ve rakı satarlar.
Ve bu varoşun iki kapusu var, biri şark canibinde leb-i deryâda iskele kapusudur. Cemî’i gemiler ol cânibe yanaşırlar, zîrâ gümrük ol cânibdedir. Ve bu yalı kapusunun iç yüzünde bir hammâmı vardır. Çifte değildir, öyleden sonra avretler girir. Ve bu varoşun bir kapusu dahi garb cânibinde büyük varoşa açılır. Ve bu varoşun leb-i deryâda handakı yokdur. Ammâ kara cânibinde üç tarafı handakdır. Hattâ sene (---) târîhinde Cân Arslan Paşa anda muhâfazada iken cemî’i ahâlî-i vilâyeti cem’ edüp handaki beş kulaç tathîr etmiş. Murâd edinse deryâ ihâta eder, zîrâ alçakdır.
Evsâf-ı ikinci taşra varoş-ı azîm: Ve bu tavsîf olunan rabâtlı varoşun taşrasında cenûbu ve garbında bir varoş-ı azîm dahi vardır. Ammâ kal’ası yokdur. Hemân bir sevâd-ı mu’azzam bağ u bâğçeli vâsi’ bir şehr-i azîmdir. Cümle iki bin ma’mûr (u) âbâdan kârgîr taş binâlı ve üzerleri kireç örtülü bâğ-ı İrem-misâl evlerdir. Ve cümlesi on sekiz kefere mahallesi ve yedi Müselmân mahallesidir.
Ve cümle beş mihrâbdır. Eski câmi’ ve Yeni câmi’ ve Tabahâne câmi’i. Bu üçü çârsû-yı bâzâr içinde olmak ile cemâ’at-i kesîreye mâlikdir ve kârgîr minârelidir. Ve Abdullâh-ı Belhî tekyesi Halvetî âsitânesidir. Âyende vü revendeye ni’meti mebzûldür. Ve mesciddir leb-i deryâda bir âsitâne-i bâğ-ı İremdir. Ve Dede Mescidi ve bâzâr yerinde Meydân mescidi cemâ’at-i kesîreye mâlikdir. Ve bunlardan mâ’adâ bu varoşda câmi’ ve mesâcid yokdur. Ve hân ve imâret ve medrese yokdur. Ammâ yedi mekteb-i sıbyân vardır. Her sene evkâfından yetîmlere hil’at-i fâhire mebzûldür. Ve bunda Yûsuf Paşa bâğçesi kurbunda bir küçük hammâm nev-binâ oldu. Ve bu varoşda kal’a dibinde fevkânî mahkeme köşesinden tâ Yeni câmi’e varınca üç sokak içi mâl-â-mâl iki yüz ma’mûr u müzeyyen dekâkînlerdir. Gerçi bedasteni yokdur ammâ cemî’i zî-kıymet eşyâ anda mevcûddur.
Ve bu varoş ile iç kal’a mâbeyninde bir liman-ı azîm vardır. Boğazı dolmak ile (Y 107a) iri keştîler giremez. Ammâ firkate ve kayıklar girir. Eğer tathîr olsa a’lâ limandır. Sekiz rûzgârdan mahfûz bir limandır. Ammâ mürûr-ı eyyâm ile dolmuşdur, ammâ tathîr olsa iki yüz keştî alur. Ve hâlâ bu kal’anın asâleten limanı yokdur. Ancak kal’anın şark cânibinde demir kuvveti ile yatılır ammâ güntoğusu gâyet pek dokunur ammâ batıdan ve keşişlemeden ve lodosdan halâs olup kal’a dibinde a’lâ yatakdır. Ve ba’zı küçük kayıklar eski limandadır. Ve tabahâne elli dükkândır. Ol mahalde gemiler demir üzre yatırlar.
Ve bu İstanköy şehrinin taşra kıble ve cenûb ve garbında iki sâ’atlik yer bağ u bâğçe ve bostânı cihânı dutmuşdur. Ve bu adanın öşür alduğu defter hisâbınca bu cezîrede seksen altı bin dölüm bağdır ve yedi bin limon turunc bâğçesidir. Ve kütüb-i tevârîhânda bu cezîreye Dâr-ı Nârenc deyü tahrîr etmişlerdir. Hattâ limon ve turunc şükûfesi mahallinde altı mîl karşu Bodurum kal’asında şükûfenin râyiha-i tayyibesi istişmâm olunur, meşhûr-ı âfâkdır.
Ve bu cezîrenin âb (u) hevâsı ol kadar latîfdîr kim bâd-ı sabâ her bâr esüp benî âdemin reng-i rûyına bâde-i gülgûnuna humret verdiğinden ol kadar mahbûb ü mahbûbesi vardır kim ta’bîr olunmaz. Ammâ Sakız cezîresinin cüvânı, bunun zenânesi meşhûrdur. Ve gâyet mestûre ehl-i ırz hâtûnları vardır. Hattâ Rûm avretleri bile ehl-i perdedir. Gündüz asla avret makûlesi sokağa çıkmazlar. Ammâ yine âşık-perestlerdir. Ve Urum keratsaları yüzü açık gezüp fistân geyerler ve başlarına havlu makrame örterler ve müslim avretleri gûnâ-gûn çuka ferrâce geyerler ve cümle halkı Cezâyir esbâbı geyerler.
Ve bu şehrin me’kûfât (u) meşrûbâtının memdûhâtından limonu ve turuncu ve kebbâtı ve ağaç kavunu çokdur. Ve on bir gûne limonu olur. Ve hikmet-i Hudâ bir gûne limonu olur, içinde bir küçük limonu dahi var, gâyet lezizdir. Aceb sun’-ı Hudâ’dır ki taşrası ekşi içindeki tatlı ve yedi gûne incîri ve âbdâr şeftâlûsu ve yigirmi gûne üzümü olur. Husûsâ Pilili Ahmed Ağa’nın ve Sıyâmîzâde bâğının cem üzümü ve âb-ı cân üzümü ve kaba parmak ve razakı üzümü bir diyârda yokdur.
Ve bir vukıyye lüffân nârı sicilde mastûrdur. Ve limon suyu ve limon rub’u cümle vilâyetlere bundan gider. Husûsâ helvâhâne-i hâssadan ve kilar-ı âmireden Hünkâr helvâcıları ve kilarcıları gelüp iki yüz fıçı rub’ ve limon suyu çıkarırlar. Her sene bu hidmete me’mûr halîfeler gelüp limon suyun tahsîl edüp mîrî keştîlere tahmîl edüp Âsitane’ye götürürler. Ammâ incîri ve zeytûnu az olur. Ve üzümün kurudup ve niçe kerre yüz bin desti üzüm turşusu yapup Mısır’a götürürler.
Ve halkı gâyet rencberdir ve gâyet garîb-dost mün’im âdemleri vardır. Dâ’imâ mezkûr memdûh olan çınâr sâyesinde oturup gâribü’d-diyâr (Y 107b) olan kimesneleri hânelerine da’vet edüp ikram ederler. Anıniçün Cenâb-ı Bârî anlara ganîmet vermiş. Hudâ ma’mûr (u) âbâdân eyleyüp halkı masûn u mahfûz ola.
Ve bu cezîre rub’ dâ’ire-i irtifâ’ı üzre iklîm-i râbi’dir. Arz-ı beledi (---) ve tûl-i nehârı (---) ve kıblesi Anatolu cânibinde Gökova körfezi içine nâzırdır. Ve bu cezîre sahrâlı ve otlu ve sulu yer olup emn ü emân olmak ile Anatolu cânibinden niçe yüz Türkman obası ve develeri ile gelüp vatan dutmuşlardır. El-hâsıl cemî’i adalar bî-hâsıldır ammâ bu İstanköy cezîresi cemî’i adaların Mısır’ıdır. Ve gâyet kâr yeridir hafizakallâh ve’s-selâm. Ve bu İstanköy’den cenûb cânibine iki sâ’at sâfî bağ u bâğçeler içre zevk u safâ edüp ubûr ederek,
Evsâf-ı Kal’a-i Pili
Biliyo nâmında bir kefere pehlivânının kal’ası olmak ile Pili derler. Sene (--- ) târihinde içinde olan Urum küffârları Rodos fethin işidüp mâbeynlerinde ihtilâl olup hâkim zâbitleri olan Malta küffârın kılıçdan geçirüp cümle Urumlar kal’anın miftâhların Kapudan Palak Mustafâ Paşa’ya teslîm edüp anlar dahi Süleymân Hân’a arz ederler. Hâlâ ol ecilden Pili kefereleri Süleymân Hân re’âyası olup gayri tekâlîfden mu’âflardır. Bu kal’anın dahi târîhi: Bu dahi Cezayir eyâletinde Süleymân Hân tevliyeti hükmündedir. Ve İstanköy kazâsı nâhiyesi kazâsıdır. Serdârı ve kethudâyeri İstanköy’dedir. Ammâ dizdârı ve (---) neferâtı vardır. Ve kal’ası evc-i âsumâna ser çekmiş bir küçük kal’adır. Cânib-i erba’ası mahûf u muhâtaralı olmak ile ne cirmde ve kaç adımdır add olunmadı, ammâ küçükdür. Ancak içinde yigirmi hurde neferât evleri vardır. Ve bir Süleymân Hân mescidi var, minâresi yokdur. Ve bir buğday anbârı var, gayri binâ yokdur. Ve kıbleye nâzır iki kat tahta kapusu vardır. Amma şahin yuvası-misâl bir yalçın kaya üzre sarp kal’adır. Ammâ taşra varoşu kal’anın kıble ve şarkında bir varoşu var. Kayalı ve dere ve depeli yerde vâki’ (P 54b) olmuş biri biri üzre havlısız, daracık evlerdir. Ammâ cümlesi kat-ender-kat kârgîr binâlardır.
Ve bunda bir âb-ı hayât su kayalardan çıkup aşağı bağ u bâğçelere cereyân eder. Eyle sovukdur kim mâh-ı Temmûz’da içinden âdem beş taş çıkaramaz. Bu kal’a bu âb-ı zülâl hâtırıyçün binâ olunmuşdur. 0l sebebden cümle halkının reng-i rûyları humret üzredir. El-hâsıl misli yok bir âb-ı hâzımdır.
Ve kal’a kapusunun eşiği dibinde Güzelce Alî Paşa’nın ceddi ve kendüleri bu Pili kal’asında hâsıl olmak ile bir kârgîr binâ şekl-i murabba’ bir câmi’-i müferrih binâ etmiş, bir minâresi ve bir kıble kapusu var ve üstü kireç sıvalıdır. Bundan (Y 108a) gayri câmi’ yokdur. Ve bir hammâm ve bir çeşme ve bir havz-ı azîm ve yigirmi dükkân, cümle hayrât Alî Paşa’nındır. Gayri hân ve imâret ve medrese yokdur, ancak iki mekteb-i sıbyân vardır.
Ve cümle sekiz yüz kireç örtülü kârgîr evlerdir. Cümleden ma’mûr u müzeyyen ve havlılı ve bâğçeli a’yân-ı vilâyet Ahmed Ağa sarâyı âb-ı hayât suları ve havz u şâzrevânları revân olur.
Ve bu şehirden evler mâbeyninde yokuş aşağı gidüp şehirden taşra sâfî bağ u bâğçeler içre ubûr ederek nîm sâ’atde Ahmed Ağa’nın bâğ-ı İrem hânesinde bir hafta zevk u safâlar etdik. Eğer bu bâğ-ı İrem sarâyın evsâfın tahrîr etsek tatvîl-i kelâm olur. Ancak şöyle bir bâğdır kim içinde âdem gâyib olur. Yetmiş bin nâr ve incîr ve elma ve emrûd ve şeftâlû ve sâ’ir eşcârât-ı müsmirât vardır. Ol bâğ-ı ferah-fezâ içre olan üzüm ağaçlarının hisâbın Cenâb-i Bârî bilür. Tâ Güzelce Alî Paşa üç bin forsa esîrine binâ etdirmiş. Senede yedi bin guruş mahsûl verir bakçe-i pür akçedir.
Andan atlarımıza süvâr olup cenûb tarafına sarp dağ ve taşlıklar aşarak 2 sâ’atde.
Evsâf-ı Kal’a-i Andimahi
Bu İstankoy cezîresinde üç pâre kal’alar feth olup bu Andimahi kal’ası gâyetü’l-gâye sarp olmak ile içinde olan Malta ve Ciniviz küffârları te’annüd edüp vermeyince Sultân Süleymân Hân Rodos’da iken bu ahvâl mün’akis olup Kapudan Palak Mustafâ Paşa iki yüz pâre kadırga ile ve İstanköy cânibinden karadan Rüştem Paşa’yı serdâr edüp.
“İnşâallâh bir ayda kal’ayı feth edin, and-ı mâh etdim, yohsa siz bilirsiz” deyü fermân-ı şâhî olunca deryâ ve karadan deryâ-misâl asker hücûm-ı mehcûm edüp Hikmet-i Hudâ bir ayda feth edüp içinde olan cemî’i küffârı dendân-ı tığdan geçirüp, “Bir ayda feth edin” deyü nefes edüp “And-ı mâh etdim” dedikleri içün Andimahi kal’ası demesinin sebeb-i tesmiyesi oldur.
Bunun dahi târîhi: Bu dahi İstanköy sancağı hükmündedir. Öşrün beğ alur. Harâcı Süleymân Hân evkâfıdır, mütevellî zabt eder. Ve İstanköy nâhiyesidir. Ve dizdârı ve neferâtı var ve ccbehânesi gayet çokdur, zîrâ gayet sarp ve metîn ve serhad kal’adır. Leb-i deryâdan bir top menzili ba’îd bir bayırlı evc-i âsumâna müntehî olmuş yed-i kudret ile binâ olunmuş bir ibret-nümâ Kahkahâ’dır. Tâ kuşluk mahalli olmayınca kal’anın zirve-i a’lâsı ebr-i âlîlerden nümâyân olmaz.
Ve şimâlden cenûba şekl-i bâdemî tûlâni vâki’ olmuş seng-i hârâ dîvârlı bir müstahkem kal’adır. Ve dâ’iren-mâdâr cirmi dîvâr üzre kâmil bin sekiz yüz adımdır. Ve cânib-i erba’ası çâh-ı gayyâ derk-i esfelden nişân verir on minâre kaddi uçurum olmak ile bir cânibinde handak yokdur. Ve kal’adan aşağı bakmağa âdem cür’et edemeyüp Akdeniz (Y 108b) bir halîc-misâl görünür. Ve aşağı sahrâlarında dağı ve bâğı ve bâğçeleri nakş-ı bûkalemûn-misâl zâhirdir. Ve bu kal’a bir kat dîvâr görünür. Ammâ kaya üzre aşağı dîvârlarının temelleri on beş adım enli rıhtım ve fîl cüssesi kadar taşlar ile bünyâd olunmuşdur. Yûnân tevârîhi tahrîri üzre İslâmbol’u binâ eden Yanko ibn Madyan’ın binâsıdır, deyü tahrir etmişlerdir. Ve hakîkatü’l-hâl kâr-ı kadîmden nişân verir. Ve içi dolma değildir, serâpâ yerli kaya üzre binâ olunmuşdur. Anıniçün kapudan içeri girdikde yokuş yukaru ve kesme kayalar üzre gidilir.
Ve cümle evleri yüksek kayalar üzre cihânnümâ kârgîr binâ-yı metîn evlerdir. Cümlesi kireç örtülü damlardır. Ve cümle üç yüz seksen hânedir. Ve bir mahallesi müslim ve üç mahallesi keferedir. Ve sekiz kilisedir. Gayri Yahudi ve Ermeni ve Kıbtî yokdur. Ve kal’a kapusunun iç yüzünde yarım minâreli bir küçük câmi’ vardır. Mâ-tekaddem kilise imiş, Süleymân Hân nâmına câmi’ olmuş. Ancak yüz âdem alur. Ve on dükkânı var. Suyu ve hammâmı ve mescidi ve hân ve imâret ve medrese ve mektebi ve bağ u bâğçesi yokdur. Ancak kat-ender-kat daracık evlerdir.
Ve kapusu garba nâzır iki kat sarp demir kapudur, andan gayri kapusu yokdur. Ve bu kapu önünde bir azîm tabyası vardır, kara tarafına nâzırdır. Bu tabyanın cirmi iki yüz adımdır. Ve bir hayli meydândır. Ve bunda dahi azîm toplar vardır. Anın dahi şimâle nâzır bir kapusu var. Asma zemberekli cisir ile binâ olunmuşdur. Her şeb dîdebânları makaralar ile cisri ref’ edüp tabya dîvârına seddederler.
Ve bu kal’ada taşra aslâ bir hâne varoş yokdur, cümle kal’a içindedir. Ve bu kal’a aşağı İstanköy kal’asından büyükdür ve metindir. Ve cânib-i erba’ası bin altmış bedendir ve yigirmi dirsek kulledir. Ve her kullede beşer altışar top mukarrerdir. Ve yılda on gün bu İstanköy cezîresinin cemî’i re’âyâ vü berâyâsı at ve katır ve eşekleri ile gelüp bu kal’a içinde olan yetmiş aded su sarnıcların mâl-â-mâl ederler. Tâ sene âhirine dek kifâyet eder, tedrîc ile istimâl ederler. Ve dâ’imâ tâze suları aşağı derelerden eşekler ile taşırlar. Ve her âdemde beşer onar eşek mukarrerdir, zîrâ kal’anın garbında mezârlıkdan alarka cihânı bağ u bâğçe dutmuşdur. Andan eşekleri ile cümle mahsûlâtların taşırlar.
Ve bu kal’a eyle âlîdir kim küşâde hevâda yüz otuz mîl cenûb cânibine Girid adası görünür. Ve yüz mîl kıbleye Rodos cezîresi nümâyândır. Ve yine cenûb üstüne cezîre-i Hereke ve İliki ve cezîre-i İncirli 15 mîldir. Cümle evleri görünür. Ve şark tarafında yigirmi mîl Menteşe kıyıları cânibinde Tekir Burnu Dacca ve Dârâhiyye dağları ayak altında-misâl zâhirdir. Ve garb cânibinde on mîl cezîre-i Kalimyoz kal’ası ve evleri ile aşikâredir. El-hâsıl cihân-nümâ ve ibret-nümâ kal’a-i bî-hemtâdır. (Y 109a)
Ve hevâsı gâyet latîf olduğundan al tebekânî ruhsârlı mahbûb u mahbûbesi “Andımâhî güzeli misin, ne istiğna edersin” deyü darb-ı mesel olmuşdur. Hakkâ gâyet şîvekâr mahbûbu vardır. Ve halkı gâyet garîb-dostdurlar. Ve cümle Cezâyir esbâbı geyerler. Ve bu kal’a İstanköy cezîresinin tâ ortasında vâki’ olmak ile elzem-i levazımından kilidi’l-ber’dir. Hafizakallâhu ta’âlâ.
Bu kal’ayı temâşâ edüp garb cânibinde bâğlar ve bâğçeler içre ubûr ederek andan cenûb cânibine dağlı ve taşlı yerlerde murg-ı keklik sayd (u) şikâr ederek 4 sâ’atde,
Evsâf-ı Kal’a-i Kefaloz
Bu dahi Süleymân Hân fethidir. Be-dest-i Kapudan Palak Mustafâ Paşa. Bunun dahi târihi:
Zîrâ bu cezîrelerin cümlesi Rodos feth olunca cümlesi feth olmuşdur. İstanköy sancağı hükmünde Süleymân Hân evkâfıdır. Mütevellîsi hâkimdir, salb (u) siyâset sahibidir. Harâcın tahsîl edüp imâret ve mürtezikaya mevâcîb verir azîm tevliyetdir. Ve İstanköy kazâsı niyâbetidir. Ve bu kal’a İstanköy cezîresinin (P 55a) lodos cânibinde bir burunda vâki’ bir yalçın kaya üzre bir küçük kal’adır. Dâ’iren-mâdâr cirmi (---) adımdır. Ve (---) tarafına nâzır bir kapusu var. Gayet sa’b u metîn bir kal’a-i müzeyyendir. Ammâ etrafında handakı yokdur. Ve içinde (---) mikdârı müslim ve kefere yetmiş kireç örtülü şeddâdî binâ evlerdir. Ve bir mihrâbdır. Gayri imâret yokdur. Gayet küçük kal’adır ammâ aşağıda varoşu ma’mûr u müzeyyen (---) hânedir. Cümlesi kârgîr binâ kireç örtülü evlerdir. Ve kal’anın cümle otuz beş neferâtı ve dizdârı vardır. Ve kırk pâre hurde topları var ve hân u hammâm ve gayrî binâ yokdur. Gayet cezîre yerdir. Ve suları eşekler ile aşağıdan taşırlar, a’lâ sarnıcları vardır. Ve bir kaç kerre Duka ve Papa ve Malta gemileri gelüp şebhûn etmişlerdir. Zafer bulmayup hâyib (ü) hâsir gitmişlerdir.
Ve aşağı varoşunda altı yedi dükkânları vardır. Ammâ taşrada bağ u bâğçeleri çokdur. Ve limanında gûnâ-gûn mâhîler çıkar kim ta’bîr olunmaz. Ve bu kal’adan rûşen hevâda lodos cânibine yüz elli mîl Girid cezîresi nümâyândır. El-hâsıl bu dahi intihâ-i serhad kal’adır.
Anı temâşâ edüp gerü avdet edüp 4 sâ’atde ol gün yine,
Kal’a-i İstanköy
El-hâsıl bir ay zevk u safâlar edüp a’yân (u) eşrâflarından hâne sahibimiz Muslu Ağa ile ve biraderi Alî Çelebi ve Pilili Ahmed Ağa ve dâmâdı Müstedâm Ağa ve Serdâr Hüseyin Ağa ve Sıyâmîzâde ve Semiz Mûsâ Çelebi ve Dizdâr Mûsâ Ağa ve Cebecibaşı Hasan Ağa ve Cebeci Çorbacısı Mustafâ Ağa ve Lonca Câmi’i imâmı Mu’îd Efendi ve Abdülcebbâr Efendi ve Dervîş Abdullah Efendi ve Nâ’ib Dervîş Efendi ve veliyyün-ni’âm Mütevellî (---) Ağa ile ve cümle hukukûn kesb etdiğimiz yârân-ı sâfâ ile vedâlaşup cümlenin du’âsın alup (Y 109b) bin seksen iki senesi Cemâziye’l-evvelin yigirmi beşinde pür-silâh bir fiirkateye süvâr olup ve “Haydi (geminin içine) bininiz dedi.” (Hud, 41) âyetin tilâvet edüp bâdbân-ı zevrakı çâk edüp keskin poyraz eyyâmı ile Rodos’a azîmet edüp giderken İstanköy’den yigirmi mîl ba’îd Tekir burnu nâm mahalli dolaşınca sekiz kâfir kalyonları içine giredüşdük.
Hemân bizim Alî Reis tarfetü’l-ayn içre pocalayup orsa orsa Anatolu cânibin isteyince mel’ûn küffâr bir kat alabanda topların üzerimize atup cümle yelkenlerin döküp bizi ejder-i heft-ser-misâl “şikarımdır” deyü kova kova ra’d-vâr gelmede. Ammâ bizim firkate re’îsi bu hâli görüp baş yelkenin dahi bağlayup cunda seren edüp yan gösterüp ve pür-silâh âmâde olup alavere cankurtaran kullanup ân-ı sâ’atde yıldırım-misâl şakıyup küffârın gözünden gâyib olduk. Hamd-i Hudâ “halâs olduk” deyü cezîre-i Hereke ve cezîre-i İliki ve cezîre-i İncirli mâbeynlerinde kullanup giderken hikmet-i Hudâ yine mel’ûn küffâr keştîleri üzerimize çıkageldiler. İçlerinde iki balkarmataları var, kırlankıc kuşu gibi uçar. Anlar bizi özleyince yine Allah’a sığınup yine Anatolu cânibin özledik. Âhirü’l-emr Rodos’a yapışmadan me’yûs olup bir gece bizi kovup hamd-i Hudâ yetişemeyüp Menteşe hâkinde Poça kıyılarına cân atup cân kurtarınca mel’ûn küffâr gayri kovmayup hâ’ib ü hâsir dönüp cehennem-râ gitdi. Biz ise eyyâm-ı müsâ’id ile Poça kenârınca şarka on sekiz mîl gidüp Dacca kenârınca on mîl dahi ubûr edüp.
Bugünkü Türkçe'ye Çevirisi
Narenç Adası, İstanköy Kalesi
928 senesinde Ceneviz kâfiri elinden, Palak-Mustafa Paşa eliyle Sultan Süleyman fethidir. (Târih) “Yüferrihul mü’minûne bi nasrillâh” tır. Cezayir eyâletinde, Rodos sancağı hükmünde Maktûulkadem ve Mefrûzülkalem Sultan Süleyman vakfıdır. Büyük vakıftır. Üç yüz akçe şerif kazadır. Nahiyesi ada içinde üç kaledir. Biri İstanköy, biri Pili kalesi, biri Andımahi ve Kefaloz kaleleridir. Adanın batısında 12 mil uzakta Kalimyoz adası kalesi, Paşa adası nahiyeleridir. Hediye olarak gönderilenden başka bin suliyer balı hâsıl olur. Yeniçeri serdârı, Cebeci çorbacısı vardır. Adada dört dizdar, bir mütevelli, bir paşa kaymakamı vardır. Beğinin hassı on yük akçedir. Sefer sırasında kapudan paşa ile ve bir kadırga ile sefere eşer. Bodrum ve İstanköy adasındaki beş kalenin neferleri 600 kişidir. 300 kefere askeri vardır. İstanköy’ün 380 neferleri vardır. İstanköy adasının doğudan batıya uzunluğu 120 mildir. Kalesi, Isbat kalesi burnuna altı mil yakın dörtgen şeklinde Ceneviz yapısıdır. Dört tarafı denizdir. Ama karada varoş tarafı elli adım enli karadır. Elli adım derin hendektir. Kalenin etrafı bin adımdır. Etrafı altmış ayak enli rıhtım dolma duvardır. Duvar üzerinde şehitler mezarları vardır. Birçok defa üzerlerine nur yağdığı görülmüştür. Kalenin ortasında bir kat iç kale vardır. Dört köşe bir kaledir. Kale içinde üç yüz ev vardır. 26 sokak olup tamamen kaldırımdır. İç, ve asıl kalenin güneye bakan bir demir kapıları vardır.
Büyük kapının iç tarafında kiliseden bozma Süleyman Han câmii vardır. Altı mahzen olup cephane ile doludur. Fakat yıldırım düşüp harap olmuştur. Câmi avlusunun solunda bir kulaç derinliğinde deniz içinde bir tatlı su kuyusu vardır. Kalenin sekiz tabyası, 200 topu vardır. Kapıdan varoşa gitmek için elli adımlık köprü vardır. Kapı üzerindeki târih budur; (Lâ ilâhe illâllah Muhammed Resûlûllah amele bende Hüseyin Çavuş 1091).
İstanköy Adası Büyük Çınarı
Kale ile varoş arasında Lonca Meydanında bir büyük çınar vardır. Bu hakîr, felekte kırk bir sene on sekiz pâdişahlık yer gezdim, böylesini görmedim. Bu çınarın benzeri ancak Çerkezistan’da Admi kabilesindeki ağaç ola. O taraflarda bu ağaca hâşâ mabud diye taparlar. Böyle bir ağaç ta Dağistan’da Elbürz dağı eteğinde Irak-ı Dadyan’da Penç Hüsün derler bir sahra vardır. Ziyaretgâhtır. Burada gövdesini 36 adamın ancak kucaklayabildiği bir ağaç vardır.
Ama bu İstanköy’deki çınar, bunlar gibi yüksek boylu değildir, alçaktır. Gövdesini on adam kucaklayabilir. Fakat bütün kuvveti dallarına gitmiştir. Üç yüz dalı vardır ki, her biri iki üç adam ancak kucaklayabilir. Hayır sahipleri, bu dalların altına yetmiş adet mermer somaki sütunlar dikmişler. Dalların ağırlığından zamanla, mermer sütunların üst kısımları ağaca gömülmüş, dallar da kalınlaştıkça havaya yükselmeğe, mermer sütunları da yerden havaya kaldırmışlardır. Böylece, sütunlar boşlukta sallanmaktadırlar. Bazı dallarının etrafa uzunluğu iki üç yüz adım yayılmıştır. Dallar altında geniş bir sahra asla güneş görmez, kırk üç sofadır. On biri misafir sofalarıdır. Bu sofaların bir kısmı kiremit örtülüdür. Bu da sırf yağmur yağdığı vakit içindir. Yine bu çınarın altında üç kahvehane sofası, Hüsam oğlu Kapudan Ali paşanın yaptırdığı bir abdest havuzu, her köşesinde birer çeşmesi vardır. Bu ağaç gölgesinde batı tarafındaki dalları altında çarşı başına kadar iki yüz adım sofadır. Burada yetmiş seksen turunç ağacı vardır. Yine bu sofaların doğusunda ve çınar dalları altında bir su kuyusu vardır. Cami kapısı dibinde de bir su kuyusu vardır. Bana anlattıklarına göre bu kale kâfirler elinde iken, bir Mısır gemisini yakalayıp içindeki müslümanları esir edip bu çınar altına getirirler. Hacılardan biri de bir kumkuma zemzemini bu çınarın dibine döker. O zamandan beri bu çınar büyümekte imiş. Her halde bu çınar altı yedi yüz yıllık olmak var. Hakîr de teberrüken bu ağacın bir dalına “Seyyâhi âlem Evliya ruhuçün fâtiha sene 1082” diye, nurukân ve taylasan demiri ile elifleri birer arşın oyup yazdık. İnşallah bu yazı ebedî olarak durur da bu çınar, İstanköy’ün pek meşhur olmasına sebeptir.
İstanköy Kalesi Varoşunun
Şekillerini Beyan Eder
Bu çınar, taşra varoştandır. İç kalenin güneyinde dörtgen şeklinde yalın kat bir kale olup etrafı iki bin adımdır. İç kaleye bitişiktir. Ancak çınar tarafı arasında bir hendek vardır. 1200 ev vardır. Bu varoşta ancak bir müslüman evi olup 900 kefere evi ve çınar altında bir câmi vardır. Kubbeli değildir. Cemaati çoktur. 8 kefere mahallesi, sekiz kilise ve bir yahudi cemaati vardır. 110 dükkân, 40 sokak olup, evleri avlusuzdur. Bütün urum kadınları evlerinde şarap ve rakı satarlar. Varoşun iki kapısı vardır. Biri doğu tarafta, iskele kapısıdır. Gemiler buraya yanaşır. Çünkü gümrük oradadır. Bu kapının iç tarafında bir hamam olup, öğleden sonra avratlar girer. Diğer kapısı batıya açılır.
İkinci Dış Büyük Varoş
Bu anlatılan duvarlı varoşun dışında, güney ve batısında bir büyük varoş daha vardır. Fakat kalesi yoktur. Bağ ve bahçeli büyük bir şehirdir. 2000 kârgir bahçeli evlerdir. 18 kefere mahallesi, yedi müslüman mahallesidir. Beş mihraptır. Çarşı içinde eski câmi, yeni câmi ve tabakhane câmii vardır. Abdullah Belhî tekkesi Halveti tekkesidir. Deve mescidi, pazar yerinde meydan mescidi, 7 çocuk mektebi, Yusuf Paşa bağı yakınında küçük bir yeni hamam, mahkeme köşesinden Yeni Câmi’e varıncaya kadar 200 dükkân vardır. Bu varoş ile iç kale arasında bir büyük liman vardır. Boğazı dolduğundan büyük gemiler giremez. Sekiz rüzgârdan muhafazalıdır. Hâlen bu kalenin asıl limanı yoktur. Tabakhane elli dükkândır. Orada gemiler demir üzerinde yatarlar. Bu İstanköy şehrinin dışında iki saatlik yerler bağ bahçe ve bostanlarla dolmuştur. Defter gereğince 86 bin bağ ve yedi bin turunç bahçesi vardır. Kitaplarda bu adaya Narenc diyârı derler. Hattâ limon ve turunç kokusu, altı mil uzakta Bodrum kalesinde duyulur. Su ve havası fevkalâde olduğundan mahbup ve mahbubesi çoktur. Ama, Sakız adasının civanı, bunun kadını meşhurdur. Kadınları çok edeplidir. Hattâ Rum kadınları bile örtünürler. Gündüz kadınlar asla sokağa çıkmazlar. Ama yine âşıkperesttirler. Urum Keratseleri yüzü açık gezip fistan giyerler. Müslüman kadınları ferace giyerler. Bütün halkı Cezayir elbisesi giyerler. Limonu, turuncu, kebbadı, ağaç kavunu meşhurdur.
On bir türlü limonu olur. İçinde bir küçük limonu daha vardır. Gayet lezzetlidir. Tuhaftır ki dışı ekşi, içindeki tatlıdır. Yedi türlü inciri, sulu şeftalisi, yirmi çeşit üzümü, bilhassa Saplılı Ahmed ağanın ve Siyami-zâde bağının cem üzümü, âbıcan üzümü, kaba parmak ve razâki üzümü hiç bir yerde yoktur. Bir vakiyye lefan narı da sicilde yazılıdır. İstanbul’dan hünkâr helvacıları gelip iki yüz fıçı Reba ve limon suyu çıkarırlar ve İstanbul’a götürürler. İnciri, zeytini az olur. Nice yüz bin desti üzüm turşusu yapıp Mısır’a götürürler. Halkı rençber, garip dostu, mü’min kimselerdir. Misafirperver oldukları için Allah onlara bolluk vermiştir. Dördüncü iklimdedir. Bu ada sahralı, otlak, sulu ve emin yer olduğundan Anadolu’dan Türkmenler gelip yerleşirler. Bu ada, bütün adalardan verimlidir, kâr yeridir vesselâm.
Bu İstanköy’ün güneyine iki saat gittik.
Pili Kalesi Evsafı
Beliyo adlı bir kefere yapısı olduğundan bu ad verilmiştir. İçindeki rum kefereleri, Rodos fethini işitince, Malta kâfirlerini kılıçtan geçirerek kalenin anahtarlarını Palak-Mustafa Paşa’ya teslim etmişlerdir. Kalenin fethi târihi “yüferrihülmü’minun binarillâh” dir. İstanköy nahiyesi kazasıdır. Dizdârı ve neferleri vardır. Kale küçüktür. Etrafı uçurum olduğundan kaç adım olduğunu ölçemedim. İçinde bir buğday ambarından başka bina yoktur. Kıbleye bakan iki kat tahta kapısı vardır. Doğusunda bir varoşu var. Kayalardan buz gibi bir suyu çıkar. Bu kale, bu su hatırı için yapılmıştır. Kale kapısında, burada doğmuş olan Güzelce Ali Paşa kârgir bir câmi yaptırmıştır. Bir hamamı, bir çeşmesi, havuzu, yirmi dükkân olup hepsi Ali Paşa’nın hayratıdır. İki mektep, 800 ev vardır. Burada Ahmed ağanın bahçesinde bir hafta zevk ve safa ettik. Buradan atlarımıza binip güneye iki saat gittik.
Andımâhi Kalesi Evsafı
İstanköy’ün üç kalesi fetholunduğu halde bu kale kefereleri inat edip kaleyi vermeyince Sultan Süleyman, Kapudan Palak Mustafa Paşayı iki yüz kadırga ile ve karadan Rüstem Paşa’yı serdâr edip (İnşallah bir ayda kaleyi fethederek andımah ettim. Yoksa siz bilirsiz) diye, bir ayda kaleyi fethedip içindeki küffârı kılıçtan geçirir. Bunun da fetih târihi “yüferrihülmü’minun binasrullah” tır. İstanköy sancağı hükmündedir. Süleyman Han evkafıdır. Cephanesi gayet çoktur. Kalesi, deniz kıyısından bir top atımı uzakta etrafı 1800 adım, dört tarafı yalçın on minare boyu uçurumdur. Hendek yoktur. Kaleden Akdeniz bir haliç gibi görünür. Yunan tarihçilerine göre İstanbul’u yapan Yanko bin Mavyan yapısıdır. Bütün evler yüksek kayalar üzerindedir. 380 evdir. Bir mahallesi müslüman, üç mahallesi keferedir. Sekiz kilise vardır. Yahudi, Ermeni, Kıptî yoktur. İçeride kiliseden çevirme bir küçük Süleyman Han câmii vardır. Ancak yüz adam alır. On dükkânı var. Batıya bakan iki kat demir kapısı ve kapı önünde büyük bir tabyası vardır. Kale dışında varoşu yoktur. Kalenin etrafı 1067 adımdır. Yirmi dirsek kuledir. Yılda on gün İstanköylüler at, katır ve eşekleriyle gelip bu kale içindeki yetmiş sarnıcı doldururlar. Suyu ihtiyatla kullanırlar. Daima taze sularını aşağıdan eşeklerle taşırlar. Her adamın beşer onar eşeği vardır. Kalenin tepesinden 130 mil uzaktaki. Girid adası görünür. Su ve havası güzeldir. Mahbup ve mahbubesi çoktur. Doğrusu çok şivekâr mahbubesi vardır. Halkı garip dostudur. Halkı Cezayir elbisesi giyer. Kale, İstanköy adasının tam ortasındadır. Buradan önce batıya sonra güneye dağlı, taşlı yerlerden keklik avlayarak dört saat gittik.
Kefaloz Kalesi Evsafı
Bu kalede Palak-Mustafa Paşa eliyle Sultan Süleyman fethidir. Târihi: (Yüferrihül mü’minun) dur. İstanköy hükmünde Süleyman Han vakfıdır. Büyük mevleviyettir. İstanköy’ün lodos tarafında bir burundur. Etrafında hendeği yoktur. 70 ev vardır. Çok küçük kaledir. Ama varoşu mamurdur. Kalesinin 35 neferleri ve dizdarı vardır. Sularını eşeklerle aşağıdan taşırlar. Birkaç kere Malta, Papa ve Duka gemileri baskın yapmışlarsa da bir şey elde edemeden dönmüşlerdir. Dışarıda bağ ve bahçeleri çoktur. Limanında çeşitli balıklar çıkar. Burayı seyredip tekrar dönüp İstanköy kalesinde bir ay zevk ve sefalar ettik. Sonra burada tanıştığımız bütün ahbaplarla vedalaşıp 1082 senesi Cumâdelulâsının yirmi beşinde bir fırkateye binip keskin poyrazda giderken, İstanköy’den yirmi mil uzakta Tekir burnunda sekiz kâfir kalyonunun içinde düştük. Hemen bizim Ali Reis orsa orsa Anadolu kıyısına gidince kâfirler top atıp bizi kovarak üzerimize saldırdı. Ama bizim reis baş yelkeni de bağlayıp honda seren edip, derhal yıldırım gibi şakıyıp kâfirlerin önünden kaybolup kurtulduk. Biraz sonra kâfir gemileri yine görünüp üzerimize kırlangıç gibi süzüldüler. Rodos’a yetişmeden ümidimizi kesip, bir gece bizi kovup Allaha şükür yetişemediler. Menteşe toprağında Püçe Kıyılarına can attık. Yenice kenarından doğuya 18 mil gidip Darca’yı on mil geçtik.
İstanköy Adası'ndaki Çeşme ve Kitabe Yazıları
Sâhibu’l hayrât Kapudan Süleymân Paşa
Ayn-ı ihsân ü kerem kulzüm (deniz) bî ka’r-ı himem
Kapudan olalı bahrına o zât-ı ekrem
Görücek ana dahi menba’-ı ihsândan
Kevser-i lutf ü gınâ bahşile sîrâb etsün
Zâtıdır bahr-ı ata (bağış) bu eltâf-ı ...im
Bermekiyyü’ş-şiyem ol dâver-i dânâ vü kerîm
Kî kilâ’ eyledi inşâd gehî mâ’-i na’îm
Etti bu çeşmeyi icra’ ile cûdîn ta’mîm
Anı da ‘âlem-i Ukbâ ’da Hudâvend-i ’alîm
Bârekallâh bir Şehinşâh-ı ma’ârif-perverin
Yaptılar bir mekteb-i rüşdiye-yi dârü’l-fünün
Pür ziyâ olsun derûni şu’le-yi ta’lîm ile
Girdi beş ‘ârif didiler Yûsûf’a tarihine
Sâye-i şevketlerinde cem’ olup ehl-i yakîn
Gıpta-bahşâ-yı ‘umûm oldu sezâ-yı âferîn
İktisâb-ı feyz ide bunda ‘umûmen dâhilîn İktibâsı ‘ilm içün gelsün süfûf-ı tâlibîn
1303
Ders-i ‘âmm-ı Fâtih el-Hâc Yûsûf Ziyâ-yı Şirvânî
1303 (1885-86)
Vâlî-i Bahr-ı Sefîd pir kerem
Yapdı limâna bu zîba çeşmeyi
Akdı bir tarih-i ra’nâ hâmeden
Nesl-i Ahmed’den Şerif bin Şerif
Âb-ı â’lâ tarh-ı vâlâ pek zarîf
Gelsin îçsin teşnegâh mâ-ı latîf
1289 (1872-73)
Ve ce’alnâ mine’l-mâ’i külle şey’in hayy
1310 (1892-93)
(Enbiya Suresi 21/30. ayet: Biz her canlı şeyi sudan yarattık.)
(Tuğra) Sultan İkinci Abdülhamid
Bi-hamdillâh şereflendi zamân-i Şehinşâhîde
O dem tecdidine fermân buyurub bed’ olundukda
İki er çıktı nûrânî Rızâ tarihini yazdı
Nice yıl münhedim iken bu Câmi’-i debbahhâne
Müyesser oldu itmâmı çok olsun ömr-i şâhâne
Edâ kılub namazın kıl du’â Abdülhamîd Hân’a
Nemekahu es-Seyyîd el-Hâc Hasan Rızâ
1310 (1892-93)