//--> osmanli-devleti1299 | Osmanli Devleti | osmanli padisahlari | osmanli vezirleri | Osmanli Ansiklopedi Bilgileri


Osmanli Bizim Çektiğimiz Videolar

osmanli-devleti1299 | Osmanli Devleti | osmanli padisahlari | osmanli vezirleri | Osmanli Ansiklopedi Bilgileri

osmanli da korsan kaptanlar

Levend

İtalyanca “Levantino (şark ahalisi, doğulu)” kelimesinden gelme bir isimdir. Önceleri genel manada denizcilerin serseri takımına denilmişse de daha sonra iyi manası ile Osmanlı’nın deniz askerini anlatmada kullanılmıştır.

Levendler deniz ve kara olmak üzere iki kısım idiler. Deniz levendleri korsan gemilerinde gemici ve cenkçi olarak bulunurlardı. XVII. yy.dan sonra ihtiyaç anında sahil ahalisiden donanmada tüfenkçi er olarak hizmete alınır olmuşlardır. Önceleri korsanlık yapan serbest levendler, Barbaros zamanında devlet hizmetine girmişlerdi. Maaşlı olan bu yerli levendler İstanbul’daki hanlarda ikamet ederler ve sulh zamanında çeşitli taşkınlıklar yaparlarmış. XVIII.yy. da Kaptan-ı Derya Süleyman Paşa bunlar için Galata, Beşiktaş, Hasköy ve Eyüp’te bazı tesisler yaptırıp zabt u rabta alınmalarını sağlamıştı. Keza Cezayirli Gazi Hasan Paşa da aynı asrın sonlarına doğru levendler için Kasımpaşa’da (Bugünkü Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Karargah binası) ve Levent’te (Bugünkü 3. Kolordu Komutanlığı Karargahı olan Levent Çiftliği) birer kışla yaptırmıştır.

Kara leventleri XVII.yy. başlarında (Saruca ve Sekban) kuvvetleriyle beraber beylerbeyi maiyyetinde süvari hizmeti görmüşlerdir. Bir vezir veya beylerbeyi kapısında hizmet eden bu levendlere Kapılı levend denirdi. Azledildikleri zaman ise Kapısız levend diye anılırlar ve başıboş bir hayat sürerlerdi.

Levendler 1772 yılında dağıtılmış ve ocakları lağvedilmiştir. Bugün halk dilindeki “levend, şeblevend, levend gibi delikanlı” tabirleri genellikle onların boylu poslu, güzel endamlı olmalarından dilimize yadigar kalmıştır.


   


Eski Osmanlı Harp Gemileri

Topkapı sarayının Haliç’e bakan sahiline Yavuz Sultan Selim tarafından inşa ettirilen Yalıköşkü’nün gayet güzel bir kayıkhanesi olduğunu tarih kitapları yazar. Bu kayıkhanede, XIX.yy.ın ikinci yarısına kadar padişahların deniz yolculuklarında hizmet görmüş saltanat kayıkları bulunurmuş. Bugünkü Sepetçiler Kasrı’nın bitişiğinde olan bu kayıkhane, Kayıkhane Ocağı tarafindan idare edilirdi. Bir tamir kitabesi ile içindeki kayıkların tamamı halen Deniz Müzesi’nde (İstanbul) bulunur. Kayıkhane, Sultan II.Abdülhamit zamanında lağvedilmiştir.

2. Sultan IV.Mehmed’in (saltanatı, 1648-1687) kullandığı rivayet edilen bu kadırga aslında bir kalita’dır. Çekdiri sınıfından bir gemi olan kalita 24 oturaklı olup kadırganın bir boy küçüğüdür. Halen Deniz Müzesi’nde (İstanbul) bulunan (De.Nr.221) boyu 40 m; eni 5.70 m; baş yüksekliği 2.28 m., kıç yüksekliği 21,90 m. dir. Beher oturakta 3 kürekçi bulunan kalitanın toplam kürekleri adedi 144 dür.

3. Orta, yeniçeri teşkilatında tabur (sonradan bölük) yerine kullanılan bir tabir olup her ortada önceleri 60-70, sonra da 100 nefer bulunurdu. Ortalar birbirlerinden alametleriyle ayrılırlardı. Bu alametler, ortaların özel bayrak ve çadırlarına işlenir, bazan da dövme olarak mensuplarının pazularına nakşedilirdi. Orta alametleri ise genellikle yaptıkları görev ile alakalı olurdu.

4. Osmanlı tarih yazıcıları (müverrih veya vak’a-nüvis), pek çok genel tarihler yanında kişileri konu alan tarihler de yazmışlardır. Barbaros ‘un hatıralarını yazdırmasından sonra bahriyede de önem kazanan bu tarihçiliğin sonucunda Kılıç (Uluç) Ali Paşa’nın deniz savaşları ile başından geçenler de “Vakayı Ali Paşa” adıyla yazılmıştır. Bu kitabın içinde çeşitli resim ve minyatürler mevcuttur.

5-8.Kırlangıç, çekdiri sınıfından bir gemidir. Çekelve’den büyük, firkateden küçük olup daha çok karakol ve haberleşmede kullanılırdı. 1 süvari, 2 reis, 25 zabit yanında 60-70 kadar mürettebatı olurdu. Küreklerinden her biri 2-3 kürekçi ile çekilen 10-16 oturaklı gemilerdir.

9,10, 13. Çekdiri, kürekle yürüyen gemi sınıfının genel adıdır. Bu tip gemilerde yelken, bir yardımcı hareket unsuru olarak bulunur. Küçükten büyüğe doğru 19 çeşidi vardır. Çekelve (10,13 oturaklı), kırlangıç (14-16 oturaklı), firkate (16-18 oturaklı), kalita (19-24 oturaklı), kadırga (25 oturaklı) ve baştarda (26’dan fazla oturaklı) bunlardandır. Çekdiri sınıfının kalita ve daha az oturaklı olanları savaşta değil, yardımcı hizmetlerde kullanılırlardı.

12. Barça, kalyon sınıfından bir gemidir. Altı düz olup nakliye hizmeti görürdü. Ancak yine de gemide irili ufaklı 85 top bulundurulur, gerektiğinde savaşa girilirdi. Barçalar kalyondan küçük olup 2-3 direkli idiler. Daha çok İspanyollar tarafından kullanılmışlardır.

11, 14. Kalyon

   

"Seydi Ali Reis'in Bahr-i Muhit-i Hindi'de Portekizlilerle Muharebesi"

Seydi Ali Reis
(1498 - 1563)

Seydi Ali Reis, yazdığı kitaplarıyla tanınan bir Osmanlı amiralidir. Barbaros Hayreddin Paşa’nın maiyyetinde yetişmiş, Preveze Zaferi’nde donanmanın sağ kanadına hükmetmişti. Aslen tersane kethüdası olduğundan bir deniz harekatında bağımsız olarak kumandanlık yapmamıştır. Ancak Basra’da bulunan donanmayı Süveyş’e getirmek üzere “Hind Kaptanı” tayin edildi. 1553 yılında başlayan bu görevi oldukça maceralı geçmiştir.

Şair de olan Seydi Ali Reis “Mir’atü’l - Memalik (Ülkelerin Aynası)” adlı eserinde başından geçenleri anlatır. “Muhit” adlı bir atlası, “Hülasatü’l - Hey’e (Astranominin Özeti)” adlı Arapça’dan bir çevirisi, “Mir’atı Kainat (Kainatın aynası)” adlı bir denizcilik kitabı vardır.

Seydi Ali Reis, Basra’da bulunan Osmanli Donanmasını Süveyş ‘e getirmek üzere Hind Kaptanı olunca önce gemileri tamir ettirdi. Böylece donanmayı oluşturan 15 kadırga yenilenmiş oluyordu. 5 ay uygun deniz mevsimini bekleyip 1554 Temmuz’unda yola çıktı. Abadan, Katif ve Bahreyn’i geçtikten sonra Hürmüz Adası’ndan Hurfakan’a geldi. Hind Okyanusu’nun bu hareketli sularında, birden 34 gemilik bir Portekiz donanmasıyla karşılaştı. Savaş, gece yatsıya kadar sürdü ve Portekiz donanmasından 2 gemi batırıldı. Ertesi gün yoluna devam eden Seydi Ali Reis Umman’ı geçince ikinci bir Portekiz donanmasına yakalandı. Bu sefer Portekizlilere zayiat verdirmekle birlikte bir kadırgası yandı, 5 kadırgası da battı. Elde kalan 9 kadırga ile Umman denizine yelken açtı. Böylece 3 yıl 7 ay sürecek bir maceralı seyahat başlamış oluyordu.
   

"Seydi Ali Reis'in iki cesim Portekiz donanmasıyla iki büyük muharebeden sonra "Tüfan-ı Fil" denilen Hind denizlerine mahsus dehşetli boraya tutulması"

Tüfan-ı Fil
(Ağustos 1554)

Seydi Ali Reis iki büyük Portekiz Donanmasından kurtulduktan sonra Umman Denizi’nde sakin bir yolculuğa başladı. Ancak Kirman ve Zufar limanları geçilip de Şihr şehri hizasına gelindiğinde, emsali görülmemiş acı bir fırtına çıktı. Günbatısı istikametinden şiddetli rüzgar esiyor, donanmada yelken tutturulamıyordu. Bu firtınaya Yemen sahillerindeki insanlar zaman zaman rastladıklarından onu “Tufan-ı Fil” (Fil Kasırgası) adıyla anıyor ve bu tufana yakalananların kurtulmalarından ümitlerini kesiyorlardı. Bu sefer sıra Seydi Ali Reis’in 9 kadırgasında mı idi?

Bora günlerce dinmek bilmedi. Seydi Ali Reis ve mürettebatı gece-gündüz mücadele ederek, metanetlerini yitirmediler. Rüzgar onları Hindistan’a doğru devamlı sürüklüyordu. Nihayet yorgun, aç, susuz ve bitap vaziyette Div Kalesi açıklarına ulaştılar. Fakat bu kale de Portekizlilerin elinde idi. Artık ne yelken, ne armadan hayır yoktu. Elde kalan küreklere asıldılar ve Daman Kalesi önlerine demir attılar.

Bu fırtına, Seydi Ali Reis’in daha sonraki maceralı hayatının ilk basamağı idi. Bundan ancak 3 yıl 7 ay sonra İstanbul’a ulaşacaktı; Ama nasıl ve neliklerle.

   


Sıngın Donanma Cengi
(20 Kasım 1567)

Sıngın kelimesi eski Tükçedeki “sı-mak (= kırmak)” fiilinden gelir ve “kırılan, kırılmış, bozguna uğramış, vurgun” gibi manalar içerir (Msl. Sırp Sındığı Savaşı = Sırpların kırıldığı savaş ... gibi). Dolayısıyla Sıngın donanma “bozguna uğramış donanma” demektir. Tarihlerimiz bu ismi genellikle “Lepanto/İnebahtı” (deniz savaşı için kullanmışlardır.

Lepanto (Lepante), Mora yarımadasının girintisi içinde, Yunanistan’ın güney sahilindedir (Patras - Korintos körfezi). Ancak buradaki deniz savaşı Yunanlılarla değil Papalık kumandasındaki Haçlı donanmasıyla yapılmıştır. Savaş, İnebahtı’nın Türkler tarafindan fethinden 72 sene sonraya rastlar. Bu dönemde Papalık, Venedik ve İspanya, Türklere karşı bir mukaddes ittifak oluşturmuşlardı. İttifakın gayesi Türkleri Avrupa, Afrika ve hatta Anadolu’dan çıkartmak, kısacası Orta-Asya’ya sürmekti.

İttifak donanması 295 pare gemi ve 46.000 asker ile Osmanlı sularında ilerlemeye başladılar. Sokollu Mehmet Paşa bu donanmaya karşı Pertev Paşa’yı serdar, Müezzinzade Ali Paşa’yı da kapudan-ı derya tayin etti. Ne gaflettir ki Barbaros’un talebeleri Uluç Ali ve Piyale Paşalar hala hayatta iken bu görevler başkalarına verilmiştir. Daha sonra iş yine Uluç Ali Paşa’ya düşecektir. Ama ne çare ki artık çok geçtir.

225 parelik Osmanlı donanması bu savaşta sevk ve idareden yoksun komutanların ihtiras kavgaları yüzünden tam adıyla sınmış, kırılmış; 23.000 kişi şehid verilmiştir. Bu savaş ile Osmanlılar, ömründe kayığa binmemiş insanlara donanma teslim edilemeyeceğini çok acı biçimde görmüşlerdir.

   

"Mezamorta Hüseyin Paşa'nın Koyunadaları Muharebesi"

Mezamorta Hüseyin Paşa
(Ö. 1701)

Gençliğinde katıldığı bir savaşta 8-10 yerinden yaralanıp öldüğü sanılırken iyileşmesi üzerine canını dişine takan bu Türk denizcisi, Venediklilerin “Yarı ölü” manasına kullandıkları İtalyanca “Mezzo-morto kelimesinden bozma olarak tarihimizde Mezamorta diye anılmaktadır. 1683’te Cezayir Beylerbeyi oldu. Bu görevde iken Fransızlara karşı zaferler kazandı. İstanbul’a gelip kaptan-ı derya atandı. Venedikliler Sakız’ı işgal edince 7-8 Şubat 1695’te 44 gemiden mürekkep Türk Donanması Kalyonlar Kaptanı sıfatı ile Eski Foça önündeki Orak Adasından kalkarak Venedik donanmasının bulunduğu Koyun Adalarına gitmiştir. Burada 60’tan fazla gemiden oluşan Venedik donanmasını bozguna uğratmış, bir çok gemilerini batırarak 9 Şubat 1695’te büyük bir zafer kazanmıştır. Bu savaşta Venedik amirali Benedetto Pisani öldürülmüş ve Venedikliler püskürtülmüştü.

Amcazade Hüseyin Paşa’nın Sakız muhafızı olmasından sonra da pek çok yararlılıkları görüldü. 1696’dan 1701 yılına kadar kaptan-ı derya olarak görev yapan Hüseyin Paşa, ıslahatçı bir amiral idi. Emrindeki donanmanın eksikliklerini bildiği için yeni düzenlemelere girişti. Yeni bir bahriye teşkilat kanunu hazırladı. Çektirilerle birlikte öncü kuvvet olarak yelkenli gemiler yaptırıp donanmada yer almasını sağladı.

   

"Onuncu Asr-ı Hicri Evahirinde Osmanlı Kalyonu ve Kıyafet-i Bahriyye"

Kalyon

Yelken ile hareket eden Osmanlı gemilerinin en büyüğüne kalyon (gallion) denir. XI.yy.’dan itibaren dünya denizlerinde kullanılmış olup Kolomb ve Vasco de Gamma birer kalyon kaptanı idiler.

Osmanlılarda ilk yelkenli gemileri, Sultan II. Bayezid devrinde yapılan gökeler idi. Kalyon, Osmanlı’da bu gemilerin devamı olarak buharlı gemiler çağına kadar kullanılmıştır.

Kalyonun mutlaka 3 direği ve mükemmel bir yelken donanımı olurdu. Güvertesi kat kat olup sırasıyla açık güverte, palavra, orta kat, top ambarı, tavlon ve kontra tavlon güverte adlarıyla anılır. En altta sintine bulunur ve bir kalyon en az 60-100 topa sahip olurdu. Kalyonlar bu katlara göre isim alırlardı (Üç ambarlı... gibi). Ateş kudretleri bir bordadan yapabildikleri atışla ölçülen kalyonlarda, topların namluları atış esnasında lumbarlardan dışarı uzanır ve lumbarlar su girmemesi için kapaklı olurdu. XVIII. yy.’da bilhassa Girit savaşlarında kalyonlar ve teşkilatı önemli gelişmeler gösterdi. Viyana bozgunundan (1863) sonraki savaşlarda daima kalyon kullanıldı. Mezamorta Hüseyin Paşa, kalyon teşkilat ve kanunlarını hazırlayarak Osmanlı denizciliğine büyük katkılar sağladı.

Kalyon, kat adedi ve donanımına göre kapak (kaypak), fırkateyn, korvet gibi isimlerle anılmıştır.

1, 2. Kapudan-ı Derya (Kaptan-ı Derya):
Bugünkü Deniz Kuvvetleri Komutanı yerine kullanılır. Önceleri derya beyi adıyla anılan ve reis tabir olunan bu makam, teşkilatın büyümesiyle reisin İtalyanca karşılığı olan capitona’dan bozma olarak kaptan kelimesiyle karşılandı. Kaptan-ı Derya vezirlerden atanırsa Kaptan Paşa adını alırdı. Tanzimattan sonra Bahriye Nazırı diye anılmışlardır.

İlk tersane Gelibolu’da bulunduğu için Gelibolu sancağının Kaptan-ı Derya mutasarrıflığına verilmesi Osmanlı’da gelenek olmuş ve donanma böylece gelişmiştir.

3. Riyale-i Hümayun Kaptanı : Osmanlı donanmasında 1682’den Tanzimat’a kadar kullanılmış bir rütbedir. Bugünkü Tümamiral rütbesi karşılığıdır. Riyale, miri kalyonların üçüncü kaptanıdır. Bindiği gemiye Riyale-i Hümayun denir.

4. Kapudane Bey: 1682’den Tanzimat’a kadar kullanılmış bir rütbedir. Bugünkü Oramiral rütbesi karşılığıdır. Miri kalyonların baş kaptanıdır. Kendisinden sonra Patrona ve Riyale gelirdi.

5. Paşa Başçavuşu: Küçük Hüseyin Paşa’nın Kaptan-ı Deryalığı (1792-1803) zamanında ihdas edilen Paşa çıplağı kadrosunun başçavuşudur. Paşanın emir astsubayı gibi olup yanından hiç ayrılmaz, aynı zamanda koruma görevini yürütürdü. 1872 yılında lağvedilmişlerdir.

6. Kalyoncu : Levendlerin XVII. yy.da aldıkları isimdir. Sefer sırasında donanmaya alınıp, sefer sonunda serbest kalan paralı denizciler bunlardandır. Genellikle Rumeli yakası ile Ege sahillerinden toplanırlardı. Disiplinden mahrum kabadayılar bunlardan çıkardı. Cezayirli Hasan Paşa bunlar için Kasımpaşa’da bir kışla yaptırmıştır. (Bugünkü Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Karargah Binası). Kalyoncu rütbesi 1872 yılında lağvedilmiştir.

7. Paşa Çıplağı: Küçük Hüseyin Paşa’nın Kaptan-ı Deryalığı (1792-1803) zamanında paşanın koruma görevlisi olarak istihdam edilmiş olan çıplaklarının seçkinlerine denirdi. Endamı düzgün babayiğitlerden seçilirlerdi. Kollarında döğme bulunurdu. 1827 yılında lağvedilmiştir.

8. Tersane Başçavuşu : Tersanenin içişlerinden sorumlu kimsedir. Emrinde divanhane çavuşları denilen çavuşlar bulunurdu. Tanzimat döneminde teşkilat ve kadroları değiştirilmiştir.

9. Baratalı Levend: Barata çuhadan yapılan bir çeşit serpuştur. Barata giyen levendler genellikle kapıcılık hizmeti görürlerdi. Barata, mukavva üzerine tutkalla kırmızı çuha yapıştırılarak yapılırdı. Hüsnü Tengüz resmi, Mahmud Şevket Paşa’nın “Osmanlı Teşkilat ve Kıyafat-ı Askeriyyesi” adlı eserinden kopya etmiştir.

10. Levend-i Rumi: Adalardaki Rum halkından alınıp donanmada görevlendirilen denizcilerdir. XVIII. yy.’a kadar bu usule devam edilmişse de hemen daima ihanetleri görülmüştür. Kıyafetleri Türk levendlerinden farklı olurdu. Daha sonra bunlara kalyoncu adı verilmiştir.

11. Çıplak: Küçük Hüseyin Paşa’nın Kaptan-ı Deryalığı (1792-1803) zamanında koruma görevlisi olarak istihdam edilen bahriye neferidir. Tamamı 1 bölük olup merasim kıtası görevini yürütmüşlerdir. Endamı düzgün babayiğitlerden seçilirlerdi.

12. Galata Çavuşu : Tersane askerinden olup Galata tarafının inzibat işlerinden sorumlu bahriye amiridir. Voyvoda Karakolhanesi’nde otururdu. 1827 ‘den Sultan II.Abdüllhamit dönemine kadar görev yapmışlardır.



"Cezayirli Hasan Paşa'nın Rus amirali Orlof'un gemisiyle muharebesi"

Çeşme Faciası
(5-6 Temmuz 1770)

Rus çariçesi II. Katerina, Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayarak Akdeniz’e inme emelinde idi. Bu sırada Osmanli Devleti de Lehistan’ı Ruslara karşı korumayı istiyordu. Ruslar Mora Rumlarını ayaklandırmak amacıyla Baltık Denizi’ndeki savaş gemilerini, Avrupa’yı dolaşarak Ege Denizi’ne gitmek üzere yola çıkardılar. 1770’te Cebelitarık’a hareket eden Rus donanmasına ünlü amiral Aleksi Orlof komuta ediyordu. Orlof, Cezayirli Gazi Hasan Paşa ile denizlerde sık sık karşılaşmış ve hemen çoğunda mağlup ayrılmıştı. Ancak bu sefer Osmanlı donanmasında kaptan-ı derya olarak Hüsamettin Paşa bulunuyordu. Cezayirli, Rusların bu hareket ile Çanakkale Boğazı’nı Osmanlı donanmasına kapatmak peşinde olduklarını sezmiş ve Hüsamettin Paşa’yı sert bir dille uyarmıştı. Bu arada Rodos sancak beyi Cafer Bey, Çeşme limanına sığınmış, öteki Osmanlı gemileri de onu takip etmişlerdi. Orlof, bunu firsat bilerek üzerlerine yürüdü. Rus donanmasında İngiliz amirali Elfinston ve Greig ile bazı yetenekli İngiliz subayları da bulunuyordu. Elfinston ve Greig’in planları gereği Çeşme limanı ağzında 4 gemi batırılarak Osmanlı gemilerinin dışarıya çıkışları engellendi. Akşam karanlığında içeriye Rus ateş gemileri girip Osmanh donanmasını ateşe verdi. Liman dar ve gemi adedi çok olduğundan Osmanlı donanmasında hareket kabiliyeti yitirilmişti. Ateş Osmanlı kalyonlarının birinden diğerine sıçrıyordu. Donanma Rusların top atışları altında tamamen yandı. Kaptan-ı derya Hüsamettin Paşa, bataryası ile Sakız adasına kaçıp kurtuldu ise de sonradan bu tedbirsizliğini idam cezasıyla ödedi.

Çeşme Deniz Savaşı, Osmanlı donanmasının tamamen yok olması ile o dönemde Osmanlı’nın deniz hakimiyetinin bir anlamda sonu oldu.



Cezayirli Gazi Hasan Paşa
(Ö.1790)

Tekirdağlı bir tüccarın yanında yetişmiş bir esir iken cesareti ile dikkatleri çekmiş ve efendisi tarafından azad edilmiştir. O, eskiden beri şöhretini duyduğu Cezayir kaptanlarının yanına gitmeyi çok istiyordu. Bu amaçla bindiği gemi yolda yabancı bir korsan gemisinin saldırısına uğrayınca yatağanını sıyırıp rampa eden korsan gemisine atladı. Ancak biraz sonra gemiler ayrılıp da korsan gemisinde tek başına kaldığını görünce hiç istifini bozmadan savaşmaya devam etti. Sonunda mürettebattan bir kısmını öldürüp, diğerlerini ambara kapatmayı başardı. Gemi kendisine kalmıştı. O sırada bir Cezayir gemisi görüp peşine takıldı ve Cezayir’e kadar gitti. Cezayir dayısı onun macerasını öğrenince iltifatlarda bulunup zaptettiği gemi kendisinde kalmak üzere hizmetine aldı. Ancak her geçen gün ünü yayılıp da onu kıskanan rakipleri artınca İstanbul’a gelmek zorunda kaldı.

İstanbul’da kalyon kaptanı olarak göreve başlayıp kısa zamanda yükseldi. Türk-Rus Harbi’nde üstün başarıları görüldü ve nihayet kendisine sırayla beylerbeylik, kapudanelik, kaptan-ı deryalık, seraskerlik ve vezirlik görevleri verildi. Ünlü Rus Amirali Aleksi Orlof ile denizlerde sık sık karşılaştı ve hemen her defasında onu yendi. Tabiri caiz ise Orlof’un korkulu rüyası idi. Çoktan beri yok sayılan ve iyiden iyiye zayıflamış olan Osmanlı donanması, onun sayesinde yeni bir güce ve eski şöhretine kavuştu.

Cezayirli Hasan Paşa Osmanlı devlet adamları arasında ender görülen bir şahsiyettir. Yiğitliği, enerjisi ve zekası ile ün almıştır. Düşüncesi ne ise, padişah dahil, herkese açıkça söyler, kimseden çekinmez, kimseye de eğilip bükülmezdi.

Küçük bir yavru iken alıp beslediği bir arslanı vardı ve paşa nereye gitse arslan da sadakatla onun yanından ayrılmazdı. Gemisinde beslediği bu arslanın, onun heybetini bir kat daha arttırdığını tarihler yazar.


   


Yılan Adası Muharebesi
(12 Ağustos 1788)

Yılanadası, Karadeniz’de Tuna’nın Kuli (Kiliya) ağzının 22 mil açığında bir adadır. Ruslar Zmeiniy derler.

Osmanlıların Özi Kalesi önünde bozguna uğraması üzerine, Rus donanması da Karadeniz’e açılıp Yılanadası’nda demirlemiş olan Osmanlı donanması üzerine yürür. Bunu haber alan Cezayirli Gazi Hasan Paşa, aceleyle donanmasının demirlerini alıp denize açıldı. Yolda Rus donanmasına karşı bir plan hazırladı ve her bir sancak gemisine 8 kalyon vererek birbirlerinden ayrılmamalarını tenbihledi. Ancak düşmanla karşı karşıya gelindiğinde donanmanın büyük kısmı gerilerde kalmıştı. Hemen batarya ateşine başlandı. Düşman pek çok kayıp verdi. Özellikle kaptanpaşa, bizzat bir Rus kalyonuna rampa olup ele geçirdi. Düşmanın birkaç firkateyni de gülle ateşiyle battı. Düşman henüz geride kalan Osmanlı donanması gelmeden bozguna uğrayıp kaçmaya başladı. Gemiler Sivastopol’a kadar takip edildiyse de Rus donanmasından geride kalan gemiler kaçmayı başardı.

Daha sonradan Hüdavendigar adı verilip Osmanlı donanmasında önemli görevler üstlenen Rus kalyonu bu savaşta ele geçirilmiştir.

Yılanadası cengi Karadeniz’de Türk hakimiyetinin hemen 1 asır kadar daha sürmesine kapı araladığı için tarihi önemi haizdir.

   


Navarin
(20 Ekim 1827)

Navarin, bugün Yunanistan topraklarında kalan bir liman şehridir. 1460 yılından itibaren Osmanlıların elinde bulunan şehrin tarihi önemi, ünlü Navarin Deniz Savaşı’ndan gelir.

Savaş, Osmanlı-Mısır donanması ile İngiliz-Fransız-Rus müttefik donanmaları arasında yapılmıştır. 1821 ‘de Mora’da başlayan Rum isyanı, Mısır valisi Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından bastırılmıştı. Avrupa komisyonu Rumların bu isyanda başarısız olmalarını hazmedemediler. Çar I. Nikolay’ın önderliğinde İngiltere, Fransa ve Rusya bir ittifak oluşturup Yunanistan’ın Osmanlı’ya vergi veren bir muhtar devlet olmasını ve Türklerin Mora’dan çıkarılmalarını öngören bir andlaşma imzaladılar. Osmanlı devleti bu andlaşmayı içişlerine müdahale olarak gördü ve kabul etmedi. Bunun üzerine İngiliz donanması ile Fransız donanması Mora sularına geldiler. O sırada Mora’da Çengeloğlu Tahir Paşa komutasında 60 parelik Osmanlı-Mısır donanması bulunuyordu. İbrahim Paşa Mora’daki deniz ve kara birliklerinin komutanı sıfatıyla İngiliz ve Fransız amiralleri ile bir andlaşma yaptı. Buna göre Osmanlı-Mısır donanması ortalık yatışasıya kadar Navarin Limanı’ ndan ayrılamayacaktı. Oysa bu sırada Rus donanması da gelip mütteffiklere katılmıştı. İbrahim Paşa da Çengeloğlu Tahir Paşa ile anlaşmazlığa düşüp Mora’daki kara birliklerinin başına gidince müttefik donanma bunu firsat bilip liman ağzına geldi. Mütareke gereği Osmanlı tarafından herhangi bir engelleme yapılmamıştı. Ancak müttefik donanma mütarekeyi bozup Osmanlı gemilerine top ateşi başlattı. Sonuçta 57 Osmanlı-Mısır gemisi yandı. Çengeloğlu Tahir Paşa’nın yapabileceği bir şey kalmamıştı. Halbuki tedbir daha önce alınsa ve müttefik donanma geldiğinde liman ağzı tutulsaydı, Navarin Faciası yaşanmayacaktı. Bu savaşta düşmanın gemi ve personel sayısının Osmanlı’dan kat kat üstün olması önemli rol oynamış ve savaşı bir faciaya dönüştürmüştür.
   


İlk Tezkire

1850 yılına gelesiye kadar Osmanlı’daki askerlik hizmetinin süresi hakkında herhangi bir düzenleme ve kanun yapılmamıştır. Devlet yapısında eskiden beri askerlik hizmeti, ülkenin ihtiyacı gözününde bulundurularak maaşlı neferlerle yürütülürdü. Devletin ordusunu teşkil eden zabit ve erler, bizzat askerliği meslek edinen insanlar idiler. Ancak savaş çıktığında yahut akınlar düzenleneceği zaman yurdun çeşitli yerlerinden yine maaşlı asker alımları gerçekleştirilirdi. XIX. yy.a gelindiğinde İmparatorluğun siyasi ve askeri politikasında yeni düzenlemelere ve daha çok sayıda askere ihtiyaç duyulmuştu. Özellikle Kırım Harbi ve Türk-Rus savaşından sonra sınırlarda savaşlar bitip tükenmek bilmedi. 1840 yılında askere alınan vatan evlatları, 10 yıl boyunca cepheden cepheye koşar oldular. Bu uygulama ülkedeki ekonomik ve sosyal yapıyı olumsuz etkiliyordu. 1850 yılında ilk defa terhis işlemi gerçekleştirildi. Bunun için özel bir kanun çıkartıldı ve askerlik süresi 10 yıl olarak belirlendi. Bu kanun bahriye askerini de kapsıyordu. İşte o kanun gereği gerek gemilerde, gerekse tersanede görevli askerlerin terhisi için bir merasim düzenlenir. Merasim dolayısıyla padişah (Sultan Abdülmecid) resmi bir nutuk yayınlar ve bu nutuk askerlere okunur. Nutkun bir örneği bugün Deniz Müzesi’nde mevcuttur. (De.Nr.565) Nutukta askerlikte 10 yılını tamamlayanlara, her yıl bir merasim ile tezkire verileceği belirtiliyordu. Tezkire alan her bir deniz askerinin, yılın birkaç gününde bir gemiye toplanıp talim eyleyecekleri ve böylece redif sınıfı oluşturacakları da yazılı idi.

Bahriyedeki bu ilk tezkire merasiminin yağlıboya orijinal bir resmi, merasimin yapıldığı döneme aittir. Ressamı belli olmayan bu resim uzun yıllar Erkan-ı Harbiye Dairesi’nde (Genelkurmay Başkanlığı) asılı durduktan sonra Deniz Müzesi’ne nakledilmiştir. (De.Nr: 2451) Hüsnü Tengüz, albümünü oluştururken bu resmi de kolleksiyonuna alıp çizmişt

   


Göke

Sultan II. Bayezid döneminde İstanbul Tershanesi'nde iki Göke
yapılmış olup Kemal Reis'in büyük hizmetlerindendir.

Resim, Deniz Müzesi'nden alınmıştır.

KEMAL REİS

Osmanlı Donanmasına hocalık ederek bu filoyu harekete geçirmek maksadıyla, İkinci Beyazıt, Akdeniz'deki Türk korsanları İstanbul'a çağırmıştı. Bu korsanların arasında sadece şahsı, bir donanma değerinde korkunç ve müthiş Kemal Reis de bulunuyordu. Kemal Reis İstanbul'a gelirken rastladığı adalara yaptığı akınlarla ve Malta Adası'na saldırıp aldığı esirlerle İkinci Beyazıd'ın huzuruna çıktı. Getirmiş olduğu hediyeler o kadar çok ve paha biçilmez şeylerdi ki, bunlar bir imparatorluk hazinesi değerinde idi. Bu sıralarda Ege Denizi'nde Santuroğlu lakabı ile anılan, asıl ismi Piyer do Buson olan Rodos Senjan şövalyelerinin amirali Türk sahillerini basıyor, ticaret yapan gemilere nefes aldırmıyordu. Santuroğlu Rodos filosundan başka, Venedik gemilerini de etrafına toplamıştı. Senjan ocağının bu amirali Ege'de rakipsiz oluşunu; İkinci Beyazıd'ın Türkiye'yi denizden çekmiş olmasına ve korsanlarımızın da İspanyol mezalimine karşı Endülüs Müslümanlarının imdadına koşarak, Batı Akdeniz'i Gaza sahası olarak seçmiş olmalarına borçlu idi. Bu sıralarda Osmanlı Hükümeti, İstanbul'daki vakıflardan biriken zengin bir hazineyi Hicaz'a göndermek istiyor, fakat deniz ve kara yolunun emniyetsiz oluşu sebebiyle buna cesaret edemiyordu. Kemal Reis, kulağına çalınan bu haber üzerine hazineyi İskenderiye'ye götürmeyi teklif etti. Bu teklif Osmanlı Devlet adamları tarafından hayretle karşılandı. Çünkü, Ege'de Santuroğlu'na karşı Kemal Reis meydan okuyabilir miydi?

Osmanlı Devlet adamlarının da, Osmanlı denizcilerinin de hayretleri arasında Kemal Reis, 1498 baharında Gelibolu'dan hareketle denize açıldı. Kemal Reis, Santuroğlu'nun dönüşte hatırını sormak üzere Sen Jan filosuna gözükmedi bile. Hazineyi İskenderiye'ye çıkardı ve dönüş için Ege'ye dümen kırdı. Santuroğlu da, Kemal Reis'in yolunu bekliyordu. Nihayet Kemal Reis, Santuroğlu'nun filosunu uzakta görünce, gemilerindeki yelkenleri, direkleri, komutan fors ve fenerlerini indirerek filosunu savaş nizamında kürekle sevk etmeye başladı. Sen Jan filosu iki kolona halinde dizilmişti. Kemal Reis de aynı savaş nizamında ilerliyordu. Kemal Reis Sen Jan filosuna yaklaşınca gemilerini tek hat (Pruva) nizamına aldı ve Santuroğlu'nun kolonaları arasına girdi. Kolonalar arasına girer girmez de, muharebe geri dönüşü ile beraber seyirle seyretmeye ve gemilerinin her iki borda toplarını da kullanarak Sen Jan donanmasına mermi yağdırmaya başladı.

Kemal Reis, böylece her iki borda toplarını da kullanarak Santuroğlu donanması top adedine eş bir top adedi ile dövüşmekte idi. Tabii, Santuroğlu kolonalarındaki gemilerin bir bordalarındaki toplar savaşa giremiyorlar, tek borda topları ateş edebiliyordu.

Kemal Reis'in ilk savurduğu salvo, Sen Jan filosunun amiral gemisini bir anda havaya uçurdu. Santuroğlu, donanmasının akıbetini görmek ve Kemal Reis'i tanımak fırsatına kavuşamadı. Çünkü ilk anda vücudu amiral gemisi enkazı ile birlikte havaya uçtu. Başsız kalan gemilerin üç beş tanesi de haklandıktan sonra diğerleri üzerine rampa edilerek zaptedildi. Sen Jan filosu içerleri esirlerle dolu olduğu halde, Türk gemilerinin yedeğine bağlandı.

Kemal Reis'in filosu, İstanbul'a gelip Dolmabahçe önüne inerken, İkinci Beyazıt ve vezirleri, senelerdir görmekten mahrum oldukları ihtişamlı bir manzarayı zevk ve hayranlıkla seyrediyorlardı. Esirler gemilerin güvertesinde elleri arkalarına bağlı olarak dizilmişlerdi. Rodos ve Venedik bandıralar (zaptedilmiş olan gemilerin direklerine ; Türk Sancağının ve Kemal Reis'in forsunun altına çekilmişti). Hristiyan dünyasının senelerce tanımış olduğu Kemal Reis'i İkinci Beyazıt ve vezirleri de tanıdılar.

Derya kaptanlığı makamının önemi, Osmanlı Hanedanı tarafından hiçbir zaman layıkı ile anlaşılamadı. Bu makam, ya gözden düşmüş vezirlere sürgün yeri, ya damat vezirlere ikbal makamı olarak liyakatsiz ellere tevdi edildi. Donanmanın sevk ve idaresi Kemal Reis'e verildiği halde derya kaptanlığı makamı kendisinden esirgendi.

Ecnebi muharrirlerinden bir kısmı bu Amiralimizi Barbaros'la kıyaslandırarak onun kadar değerli bir denizci olduğunu kabul etmektedirler.
   


Barbaros Hayreddin Paşa

XVI. yüzyılın ve tüm Osmanlı İmparatorluğu döneminin en namlı
Kaptan-ı Derya'sı olan Paşa'nın kurduğu ve son derece yücelttiği
Donanma, ehil olmayan ellerde giderek önemini yitirmiştir.

Resim, Deniz Müzesi'nden alınmıştır.
 
  • Burdasin: Ana Sayfa
    Bugün: 4
    Tıklama: 116
    Çevrimiçi:
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol