ilk turk donanmasi ve beylikler
Dünya coğrafyasında, ülkelerin coğrafi yapıları ve stratejik konumlarına göre şekillenen "Denizcilik Faaliyetleri", bir kısım eski medeniyetler tarafından öteden beri -iyi veya kötü- sürdürüle gelmiştir. Aslında denizci devlet olmayı veya olabilmeyi sağlayan en önemli faktör ülkenin denize göre konumu veya denize olan mahkumiyetidir. AnadoluOğuz Türkleri'nin Orta Asya’dan Anadolu’ya göç etmeleri ile birlikte Türkler denizlerle ilk kez tanışarak açık denizlere doğru yelken açmaya ve karşılarına çıkan bu uçsuz bucaksız mavi suların gizemli dünyasını keşfetmeye başladılar. 1081 yılına kadar öncü Türk Beylikleri, Bizans'tan fethettikleri topraklarla Ege ve Marmara kıyılarına ulaştılar. Böylece köklü bir tarihi miras ve geleneğe sahip Türk da binlerce yıllık tarihi boyunca üzerinde kurulan çok sayıdaki medeniyete denizci olma imkanı sağlayan önemli bir kara parçası olagelmiştir. Denizciliği de ilk filizlerini vermeye başladı.
Çaka Bey ve İlk Türk Donanması
Türkler, Anadolu’ya gelmelerinden bir müddet sonra denizlere hakim olma yolunda hızlı bir gelişim sürecine girdiler. Türkler’in karasal bölgelerden henüz gelmelerine ve denizcilik tecrübeleri olmamalarına rağmen tüm handikapların üstesinden gelerek yüzlerce yılllık denizcilik tecrübesi olan kıyı Avrupa devletlerine asırlarca kök söktürecek bir aşamaya gelme yolunda attıkları adımların ilki İzmir’de küçük bir devlet kuran Çaka Bey öncülüğünde başlatıldı.
Çaka Bey, Selçuklu Ordusu'nun gözü pek, akıncı liderlerinden birisi olarak, Türkler'in savaşa savaşa Batı’ya yönelik ilerlemeleri sürecinde, 1078 yılında Bizans’a esir düşmüş ve İstanbul’a gönderilmişti. Bu esaret döneminde deniz ve denizciliğe karşı tutku derecesinde bir ilgi duymaya başlayan Çaka Bey, Bizans İmparatoru’nun 1081 yılında değişimi esnasında İstanbul’da başlayan karışıklıklardan yararlanarak kaçmayı başardı ve beyliğinin askerleri ile yeniden bir araya gelip İzmir’i ele geçirerek devletinin sınırlarını genişletmeye başladı.
Anadolu 1081 yılında önemli bir olaya tanıklık etti. Çaka Bey öncülüğünde İzmir ve Efes’te kurulan tersanelerde yapımı tamamlanan kürekli ve yelkenli gemilerden oluşan 50 parçalık İlk Türk Donanması ilk kez denizlerde boy göstermeye başladı.
Çaka Bey komutasındaki Türk Donanması 17 çektiri ve 33 yelkenliden oluşan filosu ile 1090 yılının Mayıs ayı başlarında İzmir’den Ege’ye açıldı. İlk olarak Bizans’ın İzmir yolu üzerindeki Midilli Adası’nı ele geçiren Türk Filosu, Sakız Adası’nı da ele geçirdikten sonra Bizans Donanması’nın Çandarlı açıklarından güneye doğru ilerlemekte olduğu haberini aldı. Çaka Bey, donanması ile hemen harekete geçerek Niketa Kastamonita komutasındaki Bizans Donanması'nı karşılamak üzere seyre başladı.
19 Mayıs 1090 tarihinde öğle üzeri her iki donanma, Koyun Adaları yakınlarında karşı karşıya geldi. Çaka Bey, Türk Filosu'nu Bizans Donanması'na rampa ederek gemileri birbirine kenetleyerek karşısındakini yok etme hedefini güden bir savaşa girişti. Gece yarısına kadar düren şiddetli deniz savaşında Bizans Donanması'nın kaçıp kurtulabilen 5-10 teknesi dışında bütün gemileri ele geçirildi veya batırıldı.
Türk Donanması’nın bu ilk deniz savaşı, Türkler'in zaferi ve Bizans Donanması'nın ağır yenilgisiyle sonuçlandı. Koyun Adaları Deniz Zaferi'nden sonra Çaka Bey’in önderliğindeki Türk güçleri Bizans’a ait olan Sisam Adası'nı da ele geçirdi. Böylece Ege Denizi’nin kontrolü tamamen Türkler'in eline geçmiş oldu. Ege Denizi’nin kontrolünü tamamen ele geçiren Çaka Bey, İznik Sultanı Kılıç Arslan ile birlikte 1095 yılında Çanakkale'ye yürüdü. Biri doğudan, biri batıdan Çanakkale’ye giren İzmir ve İznik Beyliği orduları, Abidos Kalesi önünde birleştikleri zaman Kılıçarslan’ın "Marmara Donanması" limana demirlemişti. Çaka Bey’in Donanması da İzmir’deki hazırlıklarını tamamlayıp Abidos Kalesi üzerine yöneldi ve Kale bütün direnişine rağmen fethedildi. Fakat büyük devlet adamı ve şanlı Türk denizcisi Çaka Bey burada yapılan savaşta şehit olması ve Selçuklu Türkleri'ne karşı Hıristiyan dünyasının 1096’dan 1291 yılına kadar ordu ve donanmaları ile peşpeşe sekiz sefer halinde devam ettirerek Türkleri sahil kesiminden iç kesimlere doğru çekilmeye mecbur bıraktıkları Haçlı Seferleri'nin de etkisiyle Türk Denizciliği bir kaç yüz yıl sürecek mecburi bir suskunluk dönemine girdi. Bu süreçte yaşananlar başkentin İznik’ten Konya’ya nakledilmesine yol açtı ve 14. Yüzyıla kadar Türk Denizciliği yeniden kıyılarla buluşacağı günleri beklemeye koyuldu.
1205 tarihinde Konya Selçuk Devleti Sultanı I. Keyhüsrev'in Pamfilya üzerine yürüyerek 1209'da Antakya’yı almasıyla Türkler için Akdeniz’e bir kapı açıldı ve kurulan bir deniz üssü ile Türk Denizciliği suyla buluşan tohum gibi hızlı bir canlanma dönemine girdi.
I. Keykavus (1211-1217) iç isyanları bastırdıktan sonra Kıbrıs Kralı’nın yerli Rumlarla birleşerek aldığı Antalya ve Pamfilya kıyı kalelerinin bir kısmını geri aldı. Yine bu dönemde Sinop ele geçirilerek bütün Karadeniz boyunca genişlemeye başlandı ve Sinop Tersanesi’i yeniden faaliyete geçirildi.
Alaaddin Keykubat (1217-1238) döneminde Kıbrıs Krallığı tarafından zapt edilen Kilikya kıyılarındaki kaleleri kurtarmak ve Antalya Körfezi’nde krallığın deniz kuvveti hakimiyetini yok etmek üzere 1220 sonbaharında harekete geçilerek Antalya Körfezi’nin doğu sahilinde bulunan Kilyoros Kalesi, Antalya Beyi Ertokuş öncülüğündeki bir filo ile denizden ve karadan kuşatıldı. Sinop ve Antalya Filoları'nın takviyesine büyük bir önem veren I. Keykubat döneminde Türk Bayrağı’nın ticaret yaptığı sularda güvenliği sağlama siyasetine de büyük önem verildi. Karadeniz ile Doğu Akdeniz’de taarruza uğrayan Türk tüccarlarının zarar ve kayıpları yönetim tarafından tazmin edilmekte ve zarar veren gemilerin üzerine kuvvet sevk edilerek gereken cezalar verilmekteydi.
Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra uç beylikleri arasından Karasi, Aydın, Saruhan ve Candaroğulları Beylikleri gibi denizcilik faaliyetleriyle ilgilenen yeni bazı beylikler kuruldu.
Danişmendler'in soyundan gelen Karasi Beyliği 13. Yüzyılın sonu, 14. Yüzyılın başlarına doğru Balıkesir ve Çanakkale bölgelerinde kurulduktan sonra Bizans ile mücadeleler sonucunda Balıkesir ve Bergama bölgelerinde iki ayrı kol olarak varlıklarını sürdürdüler. Balıkesir’deki uç beyliğinin başında bulunan Demirhan Bey liderliğindeki kuvvetler 1331 yılında 71 parçadan oluşan deniz kuvvetleri ile Gelibolu’ya gelerek Enez’i ele geçirdiler ve Bizans Donanması filolarına karşı başarılı mücadeleler verdiler. Bergama Uç Beyi Yahşihan liderliğindeki kuvvetler ise; iki kere Gelibolu’ya çıkıp, Marmara Denizi’nin güney sahillerindeki bazı kalelerle birlikle bazı adaları ele geçirerek Yassıada yakınlarında Bizans’a ait bir filoyu yendiler. Saruhan ve Candaroğulları Beylikleri de deniz kuvvetleriyle faaliyetlerini sürdürdüler.
Denizler'in Delisi Aydınoğulları Beyliği
ve Denizlerin Arslanı Umur Bey
14. Yüzyılda Anadolu Türk Beylikleri arasında denizciliği en ileri götüren Beylik ise hiç şüphesiz Aydınoğulları Beyliği'dir. Bu beylik; Selçuk ve İzmir Limanlarında birer kuvvetli dayanak kurup hazırladığı filolarla Ege Denizi’ne girmiş, daha sonra Saruhan ve Menteşe Beyliklerinin de ittifakını sağlayıp, çalışma sahasını İyon Denizi ile Karadeniz’e kadar genişletmiştir. Aydınoğulları denizciliği Umur Bey döneminde şaşılacak derecede yükselme göstermiştir. Umur Bey, Batı Ön Asya Birliği’ni temel alarak Yakın Doğu’da kuvvetli bir hakimiyet kurmuştur.
Germiyanoğulları Beyliği’nin bir uç beyi olarak görülen Aydınoğulları Beyliği Selçuk ve Birgi’yi ele geçirdikten sonra hemen iki tersane kurmak ve hafif kadırgalar inşa etmek suretiyle denizcilik faaliyetine başlamıştır. Aydınoğlu Mehmet Bey kendine ait beyliği kısa bir sürede kuvvetli bir hale getirdikten sonra uç beyliklerini de genişletmiştir. Mehmet Bey’in 5 oğlundan İsa Bey yanında kalmak, diğerlerine kale ve uç beyliği verilmek üzere Aydınoğulları Beyliği sağlam temellere oturtulmaya çalışılmıştır. Mehmet Bey tarafından kurulmuştur. Denizlerde kuvvetli olmayı hedefleyen beylik, kendi bölgesinin kıyılarındaki
Aydınoğlu Mehmet Bey, ufak filosu ile Rodos ve Venedikliler'e ait ada ve gemileri vurmaya başlarken kardeşi Orhan Bey ise Rodos Adası üzerine bir sefer düzenledi.
Yeniden doğan Türk Denizciliği, her biri ayrı birer deniz kuvvetine sahip olan Bizans, Kıbrıs Krallığı, Rodos Şövalyeleri, Venedik ve Cenevizliler ile mücadele etmek zorundaydı. Bu arada Bizans’ın parçalanışı sırasında Ege’nin bir kısım adaları ile Mora kıyılarına yerleşerek buraları birer korsan yuvası haline çevirerek Türk kıyılarına baskınlar yapan -Haçlı seferleri artığı- birtakım prenslikler de Türk Denizcileri'nin hedefi olacaktı.
Çaka Bey’in ölümü ve Haçlı Seferlerinden sonra yaklaşık 250 yıl denizlere hasret yaşayan Türkler Aydınoğulları Denizciliği ile öylesine büyük bir kudret ile doğmuştu ki, 300 - 400 parçadan oluşan Beylik Donanması adeta yüzyıllarca süren bu susuzluğa nispet, kısa bir süre içinde "Yenilmez bir Armada" olarak Ege ve Akdeniz sularında ihtişamla boy gösterdi. Türk Denizcileri'nin deniz sularını yeniden hareketlendiren son hamlesine bu kez de Umur Bey öncülük ediyordu.
Umur Bey, iki asırdan fazla bir süre kapanmış bulunan Türk Deniz Tarihi’nin sayfalarını yeniden açarken Aydınoğulları Devleti’nin Amirali olarak ilk seferini kendi eseri olan İzmir Tersanesi’nden başlattı. Aydınoğulları Beyliği’nin deniz dayanağı bu tarihe kadar Selçuk Limanı idi. İzmir’in tamamen Türklerin eline geçmesinden sonra Selçuk Limanı askeri değerini korumakla birlikte, İzmir Tersanesi de kullanılmaya başlanmıştı. Umur Bey ilk filoyu Müslüman Hoca’ya İzmir’de yaptırdı ve ilk kadırgaya da “Gazi” adını verdi. 1329 yılında İzmir’den hareket ederek Çanakkale Boğazı’na kadar ilerleyen Türk Filosu, Bizans’a ait Bozcaada’yı tahrip ettikten sonra rastladıkları Göke sınıfı çok yüksek bordalı 5 parçalık bir Bizans Filosu ile iki gün iki gece süren çok kanlı bir savaşa girmişti. Mağlup olan Bizans Filosu, uygun rüzgarı bularak Çanakkale Boğazı’na sığınmak suretiyle ancak kurtulabildi.
1330 yılında 28 parçası İzmir ve 22 parçası Efes Üssü’nde hazırlanan toplam 50 Umur Bey, gücünü Midilli ve Sakız 21 yaş gibi çok genç bir yaşta Aydınoğulları denizciliğinin başına atanan Umur Bey Anadolu Türk birliğinin kurulmasına temel oluşturmak üzere, kıyı boylarındaki küçük Türk Devletleri’nin deniz güçlerini Aydınoğulları denizciliğinin bayrağı altında toplayarak Ege ve Doğu Akdeniz’de tartışmasız bir Türk hakimiyeti kurulmasını ve buradaki yabancı kolonilerin vergiye bağlanmasını savunmakta ve yabancı bayraklı gemilerin deniz ticaretini vurmak suretiyle deniz ticaret savaşının devam ettirilmesine çalışmaktaydı. parçadan oluşan bir filo ile denize açılan Adalarında göstererek bu iki adayı vergiye bağladı.
Uygulayacağı deniz siyasetini belirleyerek hedeflerini iyi tespit eden Umur Bey, bunları hayata geçirebilmek için Efes ve İzmir Tersaneleri'nde çalışmaları hızlandırdı. Anadolu’daki Türk birliğini kurma yolunda ilk adımı da atarak kuzey komşusu Saruhan Beyliği ve güney komşusu Menteşoğulları Beyliği Deniz Kuvvetlerini de kendi bayrağı altına almayı başardı.
Umur Bey’in ilk hedefi, Yunanistan ve adalarda kurulmuş bulunan Latin Prenslikleri'ni Aydınoğulları Beyliği’nin hakimiyeti altında vergiye bağlamak ve hareket serbestisine kavuşarak Bizans’ı barışa zorlayıp saf dışı bırakmaktı.
Böylece ön planda Bizans’ı hedef tutan Umur Bey, Trakya Seferi için hazırlanarak 1332 yılında savaş ve nakliye gemilerinden oluşan 75 parçalık bir filo ile İzmir’den hareket etti. Umur Bey, önce Çanakkale Boğazı’ndan geçerek Gelibolu Yarımadası’na asker çıkardı. Gelibolu Kalesi’ni tahrip ettikten sonra filosunu TrakyaAydınoğulları Beyliği ile savaşı göze alamayan Bizans İmparatoru III. Andronikos, barış şartlarını kabul etti. Umur Bey böylece gelecekteki hareketleri için Bizans’ı safdışı bıraktı.
Türk Denizciliği'nin yeniden hareketlenmesi karşısında, Ege Denizi’ndeki yabancı bayrakların bundan önce sürdürdükleri korsanlık faaliyetleri durdu ve Türk Deniz Ticareti yeniden özgürlüğüne kavuştu. Ancak Umur Bey Ege Denizi’nde yeni bir düzen kurmak ve bölgede kayıtsız - şartsız bir deniz hakimiyeti sağlamak istiyordu. Bu hedef için başlattığı 1333 yılı Deniz Harekatı, yeniden doğan Türk Denizciliği’nin kısa bir sürede ulaşmış olduğu güç ve ihtişamı göstermesi bakımından ilgi çekicidir. kıyılarına yöneltti.
Umur Bey, 1333 yılı baharında 250 parçadan oluşan bir filo ile Ege Denizi’ne açıldı. Eğribos Dükalığı’nı ve Bodonice Prensliği’ni senelik bir vergi ile Aydınoğulları Beyliği'ne bağladıktan sonra Mora Yarımadası’nın güneydoğusundaki Monevesna’ya bir çıkarma yaparak burayı da vergiye bağladı.
250 parçadan oluşan Türk Filosu’nun Ege Denizi’nde bayrak göstererek, bir kısım Dükalıkları ve Prenslikleri vergiye bağlamak sureti ile Aydınoğulları Beyliği nüfuzuna alması ve yabancı bayraklı gemilerin yaptıkları korsanlığı sona erdirmesi, düşmanların Ege Denizi adına korku ve endişelerini arttırdı. Türk Deniz Gücü’nün ağırlığını henüz üzerinde hissetmemiş olanlar sıranın kendilerine geldiğini hissederek korku içinde kendi menfaatlerini korumak amacı ile bir güç birliği oluşturmak üzere harekete geçtiler.
Umur Bey, yarım kalan Yunanistan Seferi’ni tamamlamak üzere 1333 yılında mevsim şartlarına aldırmadan kışın 170 parçadan oluşan filosu ile Güney Yunanistan’a doğru denize açıldı. Atina Prensliği’ni yıllık vergi ile Aydınoğulları Beyliği nüfuzuna aldıktan sonra Mora Despotluğu’na da ağır bir darbe indirdi ve çevrede bulunan bir kısım korsan yuvalarını temizledikten sonra İzmir’e döndü.
Aydınoğlu Mehmet Bey’in 1334 tarihinde vefat etmesi üzerine, Aydınoğulları Beyliği’nin başına kardeşlerinin de onayı ile Umur Bey geçti. Bu sırada Umur Bey 26 yaşında idi.
Ege Denizi’nde düşmanlara nefes aldırmayan yalnız Aydınoğulları Beyliği Denizciliği değildi. Karasi, Saruhan ve Menteşoğulları Beylikleri de sahip oldukları deniz kuvvetleri ile akınlar yaparak gaza yolunda korsanlık faaliyetlerinde bulunuyorlardı ise de Aydınoğulları Denizciliği, Ön Asya’daki Türklerin deniz çıkarlarını sağlayacak bir deniz politikası ile Doğu Akdeniz hakimiyetinin planlarını hayata geçiriyordu. Tüm bu beyliklerin denizcilik faaliyetleriyle Ege Denizi’ndeki Türk Deniz Kuvvetleri’nin gittikçe artan baskıları sebebiyle nefes alma imkanlarını her gün biraz daha kaybeden düşman kuvvetleri Haçlı hareketi altında toplanmaya mecbur kaldılar. Türklerin sahip oldukları tekne sayısı üstünlüğünü, yüksek bordalı, güçlü kadırgaları ile yeneceklerdi. Haçlı Donanması, 4’ü Papalık’a, 4’ü Fransa’ya, 10’u Rodos Şövalyeleri'ne ve 4’ü Kıbrıs Krallığı’na ait olmak üzere 30 güçlü Kadırga’dan meydana geliyordu.
Bu sırada Karasi Emiri Yahşi Bey, irili ufaklı 100 parçalık bir filo ile Selanik, Kasandra ve Teselya’da Galos Körfezi’ne asker çıkararak Bizans’a karşı bir harekete girişmişti.
Eğriboz Adası’nın Halkis Limanı’ndan hareket eden Haçlı Filosu, sayı bakımından fazla ancak hafif ve alçak bordalı Karasioğulları Beyliği’nin donanmasına zarar verip daha sonra da takip ederek İzmir’e vardı. Burada asıl hedefleri olan Aydınoğulları Beyliği’nin deniz üssüne yüklendiler. Bu sırada Umur Bey idaresindeki Türk Güçleri Ege Denizi’nin güneyinde bulunduğundan Haçlı Donanması ancak tersanede tamir için tutulan ve bakımdaki tekneler ile Karesi Filosu’nun bir kısmını yakmayı ve karaya asker çıkarmayı başardı. Fakat karada direnişle karşılaşan ve denizde bulunan Umur Bey’in baskınından korkan Haçlı Donanması, burada fazla kalamayarak İzmir’i terk etti ve Ege Denizi’ne döndü.
Umur Bey, Haçlıların bu hareketine diyet olarak Yunanistan’a 1335 yılı sonbaharında 276 gemiden meydana gelen filosu ile Ege Denizi’ne açıldı. Mora sularına kadar ilerleyerek Hidra ve Sipezya Adaları'nı ele geçirdikten sonra değişik noktalarda karaya asker bırakarak Güney Yunanistan’daki Dukalık ve Prensliklerin üzerine yürüdü ve kaleler fethetti. 30.000 savaşçısı ile karşı koymaya çalışan Fransız Dukalığı perişan edildikten sonra bölgedeki bütün dukalık ve prenslikler birer yıllık vergilerini ödemek sureti ile Aydınoğulları Beyliği’nin nüfuzunu yeniden kabul ettiler.
Umur Bey bundan sonraki ağır masraf ve emeğe dayanan büyük deniz seferlerinde stratejisini değiştirerek haçlı güçlere karşı Bizans’ı koruyucu bir siyaset takip etmiştir. 1336 yılında Midilli Adası’nın, Bizans’ın himayesine karşı ayaklanan Ceneviz Podestası’ndan geri alınmasında Umur Bey’den yardım isteyen Bizans İmparatoru, Umur Bey’in kara ve deniz yoluyla Bizans’a yaptığı yardıma karşılık kendisine Sakız Adası’nı hediye etmiştir.
1337 yılında Teselya Despotu’nun baş kaldırması ve kışkırtması ile Epir’de Arnavut ve Sırplar'ın Bizans’a karşı ayaklanması üzerine Umur Bey Bizans İmparatoru'na yardım için Donanması ile İzmir’den harekete geçti. Selanik’e çıkarma yaparak Teselya’da sükuneti sağladı ve İzmir’e dönerek Arnavut ve Sırplara karşı girişeceği “Epir Harekatı” için hazırlıklara başladı.
Umur Bey’in Bizans’a yardım için 1338 yılında gerçekleştirdiği "Epir Seferi", Türk Deniz Tarihi açısından oldukça ilgi çekicidir. 2 yıl süren olan bu sefer için 110 gemiden meydana gelen bir filo ile İzmir’den harekete geçen Umur Bey’in hedefi Epir’deki Sırp ve Arnavut ayaklanmasını bastırarak Bizans İmparatoru’na yardım etmek ve 4 yıl önce Aydınoğulları Beyliği Denizciliği'nin Ege’deki otoritesine karşı gelen Haçlı Donanması’nı oluşturanlardan hesap sormaktı.
Umur Bey bu yüzden Haçlı Harekatı’na gemi vermek suretiyle katılan ve Midilli Adası’nı ele geçirmesi için Foça’daki Ceneviz Podestası’na yardım eden Naxos Dukalığı’na doğru yöneldi. Naxos Adası başta olmak üzere Andros, Siphnos, SikinosParos Adalarını vurarak korsan yatağı haline gelen limanları harabeye çevirdi ve bu limanlardaki gemileri ateşe verdi ve daha sonra Epir hedefine yöneldi.
Ege Denizi’nden Epir kıyılarına ve Karadeniz’e kadar genişletmiş olduğu harekat sahasında zaman zaman 300 – 400 parçadan oluşan bir armada gezdiren Umur Bey’in kahramanlıkları bir yana, dönemin teknik imkansızlıkları da göz önünde tutularak, buluşları ve kararlarını da değerlendirirsek onun efsaneleşmiş şöhretinin sırrı anlaşılabilir. ve
Umur Bey filosunu Atina Körfezi’ne sokarak, Korent ağzına yanaştırdı. Gemilerini sabunlanmış kızaklar üzerinden Korent Körfezi'ne taşıyarak, Leponto Körfezi’nden Epir kıyılarına ulaştırdı. Bu kesimlerde karaya asker çıkararak giriştiği harekatta Arnavut ve Sırp İsyanlarını bastırdı. Kışı, Korent Körfezi’nin “Umur Limanı” diye isimlendirilen mevkiinde geçirerek, 1339 baharında yine aynı şekilde gemilerini karadan Atina Körfezi’ne aktardı ve dönüşte Eğriboz Adası’nda bir mola vererek İzmir’e döndü.
14. Yüzyıldaki Türk Denizciliği'nin ulaşmış olduğu yüksek seviyeyi değerlendirebilmek için, Epir Seferi üzerinde biraz durmak gerekir. Epir Seferi’nin, henüz seyir tekniği oluşmamış bir dönemde yapılabilmesi Türk Denizciliği için büyük bir başarıdır. Türk Denizciliği'nin; bu döneminde tam manası ile bir Akdeniz Haritası’nın çizilmemiş olduğu göz önüne alınırsa filoyu Epir kıyılarına ulaştırmak için normal yol olan Mora’yı dolaşmak yerine, hem fırtınadan kaçınmak hem de aylarca süreyi alacak olan bir zamandan tasarruf için karadan Korent’i aşmayı en kestirme yol olarak keşfedebilmek, ancak Türk Denizciliği'nin sahip olduğu geniş coğrafya bilgisi sayesinde mümkün olabilmiştir. Umur Bey bu hareketi ile aynı zamanda bir filoyu bir denizden başka bir denize karadan nakletmekle 115 sene sonrası için Fatih Sultan Mehmet’e de örnek olmuştur.
Umur Bey, 1341 yılında yine denize açılarak, Ege Denizi’nde yabancı bayraklara korsan yataklığı yapan adaları vurdu ve Kıbrıs sularına kadar inerek Türk Ticaret Filolarını tehdit eden Kıbrıs Filosu’nu da yıprattı.
1342 yılında yine aynı maksatla bir sefere çıkan Umur Bey, bu sefer de Girit sularına kadar uzanarak korsan yatağı haline gelen Venedik Limanları'nı tahrip etti.
Umur Bey’in bu iki deniz akını üzerine, başta Kıbrıs Kralı olmak üzere Ege Denizi’ndeki Hıristiyanlar, baskısını gittikçe arttıran Türkler'e karşı yine bir güç birliğine giderek Umur Bey’e karşı büyük bir Haçlı birliğinin sağlanması için Papa VI. Clement’le anlaştılar. Bu sırada Umur Bey’in Bizans işlerine; Bizans’ın kaderini etkileyecek kadar müdahale etmesi de Haçlı Hareketi’ni körükleyen nedenlerden birisi oldu.
1341 yılında Bizans İmparatoru III. Andronikos’un ölümü Bizans’da taht kavgasına yol açtı. İmparatoriçe Anne de Savoie, Başvezir Kantakuzenos’a karşı mücadele açınca, Kantakuzenos da Dimetoka’da imparatorluğunu ilan etti. Böylece İmparatoriçe’nin bulunduğu İstanbul ile Dimetoka karşı karşıya gelmiş, Bizans’da bir iç kavga başlamıştı. Kantakuzenos, İmparatoriçe’nin kuvvetleri tarafından kuşatılınca, Trakya’daki siyasi durumu Umur Bey’e bildirerek kendisinden yardım istedi. Umur Bey, Bizans’ı ele geçirmenin ihtirası içinde fırsat kollayan Sırp Kralı’nı emeline ulaştırmamak için, Kantakuzenos’u desteklemek ve ona yardım etmek sureti ile Bizans’ın geleceğine hükmetmeye karar verdi. Böylece Bizans’ı da nüfuzuna bağlayacaktı.
Planlarını buna göre hazırlayan Umur Bey, 29.000 savaşçı ve 380 parçadan oluşan bir armada ile, 1342 yılı sonlarında İzmir’den Trakya’ya doğru yola çıktı. Meriç ağzında askerlerini karaya çıkararak Dimetoka'ya yürüdü ve şehri kuşatmış bulunan Bizans ve Bulgar kuvvetlerini dağıttı. Bölgede güvenliği sağladıktan sonra İzmir’e döndü.
Bizans’da durumun, Umur Bey’in işe karışması ile birdenbire aleyhine döndüğünü gören İmparatoriçe ise; Papa’dan, Ege Denizi’nde karşı konulamayacak kadar tehlikeli bir kuvvet haline gelen ve Bizans’ı rahat bırakmayan Umur Bey’e karşı Haçlı Hareketi oluşturma çabasına girdi.
Ön Asya’nın en kudretli hükümdarı ve amirali olarak şöhretin zirvesine ulaşmış bulunan Umur Bey, tek bir devletin gücü ile yenilmesi mümkün olmayan bir kuvvet haline gelmişti. Batı kaynakları da Umur Bey’in 1341 yılından sonra müthiş ve korkunç bir güç kazandığını, 250 - 300 parçalık armadası ile Ege Denizi’nin tek hakimi olduğunu belirtmektedir.
Bu şartlar altında Papa nihayet, Umur Bey’e karşı Hıristiyan güçlerini birleşmeye davet ederek bir Haçlı hareketine girişti.
Umur Bey, her şeye rağmen Bizans’ı kaderine terk etmeyi düşünmüyordu. Bu bakımdan yeniden İmparatoriçenin kuvvetleri tarafından sıkıştırılmış bulunan Kantakuzenos’u güçlendirmek için, 1343 yılı Ağustos’unda, 20.000 savaşçı ve 290İzmir’den Selanik’e doğru yola çıktı.
Selanik’i denizden ablukaya almış olan imparatoriçenin donanması, Türk Filosu’nun gelmekte olduğunu duyunca kuşatmayı kaldırarak Çanakkale Boğazı’ndan içeri girdi. Umur Bey de Selanik’i kuşatarak teslim aldı. Burada Kantakuzenos ile buluşan Umur Bey, Batı Trakya’nın İstanbul tarafının tutan bütün şehirlerini Kantakuzenos’un idaresine soktuktan sonra bir kısım kara kuvveti ile 30 gemiyi Kantakuzenos’un emrine bırakarak İzmir’e döndü.
Haçlı Donanması’nı oluşturan gemiler 1344 yılı baharında Eğriboz Adası’nın Halkis Limanı’nda toplandılar. Haçlı Donanması’nın hazırlığı 3 yıl 11 ay sürmüştü. Bu süre, Umur Bey’e karşı Hıristiyanların ne derece güçlü bir hazırlığa girmiş olduklarını ortaya koymaktadır.
Haçlı Donanması’nın asıl kuvvetini 4'ü Papalık, 4'ü Kıbrıs Krallığı, 6'ı Rodos Şövalyeleri, 6'sı Venedik Cumhuriyeti’ne ve altısı Ege Denizi’ndeki Ceneviz Kolonilerine ait olmak üzere 26 güçlü kadırga teşkil ediyordu. Diğer sınıf savaş tekneleri ile nakliye gemilerinin miktarı ise bilinmemektedir.
Bu büyüklükteki Haçlı Donanması’nın 1344 yazında Eğriboz Adası’ndan İzmir’e doğru hareket etmesi ile Ege Denizi dengeleri de bozdu. Ege Denizi’nde dağınık olarak dolaşan, ancak Haçlı Donanması’na karşı birleşen 40 parçalık küçük Aydınoğulları gemileri bu büyük kadırgalar tarafından yenilgiye uğratıldı.
Haçlı Donanması; 1344 Haziran’ında büyük bir intikam hırsı ile İzmir Limanı’na girdi. Limandaki müdafaayı kırarak limandaki gemilerin bir kısmını ve Tersane'yi yaktıktan sonra Liman Kalesi’ni karadan ve denizden kuşattı. 4 aylık bir mücadelenin sonunda bir gece iki kölenin ihaneti ile açılan kale kapısından içeri giren Haçlılar Liman Kalesi’ni ele geçirdiler.
Fakat Umur Bey, Haçlıların İzmir’e çıkışlarını onlara acı bir şekilde ödetti. Umur Bey, hafif bir kara kuvvetini öne sürerek Haçlıları kaleden İzmir Ovası’na çektikten sonra pusuda beklettiği esas kuvvetleri ile Haçlıları sarıp, başta başkomutanları olmak üzere birçok şövalye ve asilzade ile binlerce Haçlı’yı kılıçtan geçirdi. Ancak kaçarak kaleye sığınma fırsatı bulabilenler canlarını kurtarabildiler. (Ocak 1345).
Bu şekilde İzmir’de tutunamayacaklarını anlayan Papa VI. Clement, Umur Bey’e karşı Haçlı hareketini tazelemek için bütün Avrupa hükümdarlarını İzmir’i savunmak üzere “Din Savaşı”na çağırdı. Bu şekilde yeniden düzenlenen 26’sı kadırga olmak üzere 76 parçalık Haçlı Donanması 15.000 savaşçı asker ile 1346 yılı Haziran’ında İzmir’e gelerek Liman Kalesi’ni takviye etti.
Türk Denizciler ise Haçlılar'la yaklaşık 4 yıl süren mücadelelerin sonunda Efes Tersanesi’nde yeniden inşa ettikleri filolarıyla Aydınoğulları Beyliği’nin sarsılan iktisadi gücünü beslemek üzere Ege Denizi’ndeki düşman hedefleri vurarak ganimet ve esir toplamaya başladılar.
Umur Bey, kara cephesindeki bütün hazırlıklarını tamamladı. Kale önce kuşatıldı ardından da hücuma geçildi. Türk savaşçılar kaleye tırmanmaya başladılar. Artık kalenin düşmesi bir an meselesi idi ki, atılan bir okun alnına isabet etmesi ile Umur Bey Mart 1348 tarihinde şehit oldu. Bu olay Türk güçleri arasında karmaşaya yol açtı.
Umur Bey’in şehit olması, İzmir’e Haçlı akınını hızlandırdı. Umur Bey’in şöhretinin sebep olduğu korku yüzünden bu haçlı harekatına katılmaktan çekinenler de akın akın İzmir’e gelmeye başladılar.
Umur Bey’den sonra Aydınoğulları Beyliği’nin başına geçen kardeşi Hızır Bey, mücadele yerine anlaşmayı tercih ederek Haçlılar ile anlaşma imzaladı. Barış antlaşmasının en ağır maddesini Aydınoğulları Beyliği’ni bir deniz kuvvetinden yoksun bırakmaya mahkum eden bölümü teşkil ediyordu. Aslında Haçlı hareketinin başlıca hedefi de bu idi.
Böylece Umur Bey’in öncülüğünde meydana gelen ve Ön Asya’daki Türk birliğinin de deniz menfaatlerini sağlayarak koruyan Türk Denizciliği yeni bir sekteye uğradı.
Sonuç olarak, Umur Bey’in önemli çabaları ile doğmuş bulunan muhteşem Aydınoğulları Denizciliği, onunla beraber son bulmuş ve Türk Denizciliği bir kere daha bir bekleyiş dönemine girmiştir.
Aydınoğulları Beyliği 1390 yılına kadar bağımsız kaldı. Bu tarihte Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı topraklarına katılan Beylik Yıldırım Beyazıt'ın 1402 yılında Ankara Savaşı’nda yenilmesi üzerine müstakil olarak yeniden kuruldu ve 1426'da kesin olarak Osmanlı Devleti topraklarına katıldı.
11. Yüzyılın sonundan 14. Yüzyılın ortalarına kadar Anadolu sularında ilk sürgünlerini veren Türk Denizciliği 1350 tarihinden sonra kuvvetini gittikçe arttıran Osmanlı Devleti’nin elinde bütün dünyayla hesaplaşacak bir boyuta ulaşma yolunda kararlı adımlarla yapılanmaya ve şekillenmeye başladı..
Çaka Bey ve İlk Türk Donanması
Türkler, Anadolu’ya gelmelerinden bir müddet sonra denizlere hakim olma yolunda hızlı bir gelişim sürecine girdiler. Türkler’in karasal bölgelerden henüz gelmelerine ve denizcilik tecrübeleri olmamalarına rağmen tüm handikapların üstesinden gelerek yüzlerce yılllık denizcilik tecrübesi olan kıyı Avrupa devletlerine asırlarca kök söktürecek bir aşamaya gelme yolunda attıkları adımların ilki İzmir’de küçük bir devlet kuran Çaka Bey öncülüğünde başlatıldı.
Çaka Bey, Selçuklu Ordusu'nun gözü pek, akıncı liderlerinden birisi olarak, Türkler'in savaşa savaşa Batı’ya yönelik ilerlemeleri sürecinde, 1078 yılında Bizans’a esir düşmüş ve İstanbul’a gönderilmişti. Bu esaret döneminde deniz ve denizciliğe karşı tutku derecesinde bir ilgi duymaya başlayan Çaka Bey, Bizans İmparatoru’nun 1081 yılında değişimi esnasında İstanbul’da başlayan karışıklıklardan yararlanarak kaçmayı başardı ve beyliğinin askerleri ile yeniden bir araya gelip İzmir’i ele geçirerek devletinin sınırlarını genişletmeye başladı.
Anadolu 1081 yılında önemli bir olaya tanıklık etti. Çaka Bey öncülüğünde İzmir ve Efes’te kurulan tersanelerde yapımı tamamlanan kürekli ve yelkenli gemilerden oluşan 50 parçalık İlk Türk Donanması ilk kez denizlerde boy göstermeye başladı.
Çaka Bey komutasındaki Türk Donanması 17 çektiri ve 33 yelkenliden oluşan filosu ile 1090 yılının Mayıs ayı başlarında İzmir’den Ege’ye açıldı. İlk olarak Bizans’ın İzmir yolu üzerindeki Midilli Adası’nı ele geçiren Türk Filosu, Sakız Adası’nı da ele geçirdikten sonra Bizans Donanması’nın Çandarlı açıklarından güneye doğru ilerlemekte olduğu haberini aldı. Çaka Bey, donanması ile hemen harekete geçerek Niketa Kastamonita komutasındaki Bizans Donanması'nı karşılamak üzere seyre başladı.
19 Mayıs 1090 tarihinde öğle üzeri her iki donanma, Koyun Adaları yakınlarında karşı karşıya geldi. Çaka Bey, Türk Filosu'nu Bizans Donanması'na rampa ederek gemileri birbirine kenetleyerek karşısındakini yok etme hedefini güden bir savaşa girişti. Gece yarısına kadar düren şiddetli deniz savaşında Bizans Donanması'nın kaçıp kurtulabilen 5-10 teknesi dışında bütün gemileri ele geçirildi veya batırıldı.
Türk Donanması’nın bu ilk deniz savaşı, Türkler'in zaferi ve Bizans Donanması'nın ağır yenilgisiyle sonuçlandı. Koyun Adaları Deniz Zaferi'nden sonra Çaka Bey’in önderliğindeki Türk güçleri Bizans’a ait olan Sisam Adası'nı da ele geçirdi. Böylece Ege Denizi’nin kontrolü tamamen Türkler'in eline geçmiş oldu. Ege Denizi’nin kontrolünü tamamen ele geçiren Çaka Bey, İznik Sultanı Kılıç Arslan ile birlikte 1095 yılında Çanakkale'ye yürüdü. Biri doğudan, biri batıdan Çanakkale’ye giren İzmir ve İznik Beyliği orduları, Abidos Kalesi önünde birleştikleri zaman Kılıçarslan’ın "Marmara Donanması" limana demirlemişti. Çaka Bey’in Donanması da İzmir’deki hazırlıklarını tamamlayıp Abidos Kalesi üzerine yöneldi ve Kale bütün direnişine rağmen fethedildi. Fakat büyük devlet adamı ve şanlı Türk denizcisi Çaka Bey burada yapılan savaşta şehit olması ve Selçuklu Türkleri'ne karşı Hıristiyan dünyasının 1096’dan 1291 yılına kadar ordu ve donanmaları ile peşpeşe sekiz sefer halinde devam ettirerek Türkleri sahil kesiminden iç kesimlere doğru çekilmeye mecbur bıraktıkları Haçlı Seferleri'nin de etkisiyle Türk Denizciliği bir kaç yüz yıl sürecek mecburi bir suskunluk dönemine girdi. Bu süreçte yaşananlar başkentin İznik’ten Konya’ya nakledilmesine yol açtı ve 14. Yüzyıla kadar Türk Denizciliği yeniden kıyılarla buluşacağı günleri beklemeye koyuldu.
1205 tarihinde Konya Selçuk Devleti Sultanı I. Keyhüsrev'in Pamfilya üzerine yürüyerek 1209'da Antakya’yı almasıyla Türkler için Akdeniz’e bir kapı açıldı ve kurulan bir deniz üssü ile Türk Denizciliği suyla buluşan tohum gibi hızlı bir canlanma dönemine girdi.
I. Keykavus (1211-1217) iç isyanları bastırdıktan sonra Kıbrıs Kralı’nın yerli Rumlarla birleşerek aldığı Antalya ve Pamfilya kıyı kalelerinin bir kısmını geri aldı. Yine bu dönemde Sinop ele geçirilerek bütün Karadeniz boyunca genişlemeye başlandı ve Sinop Tersanesi’i yeniden faaliyete geçirildi.
Alaaddin Keykubat (1217-1238) döneminde Kıbrıs Krallığı tarafından zapt edilen Kilikya kıyılarındaki kaleleri kurtarmak ve Antalya Körfezi’nde krallığın deniz kuvveti hakimiyetini yok etmek üzere 1220 sonbaharında harekete geçilerek Antalya Körfezi’nin doğu sahilinde bulunan Kilyoros Kalesi, Antalya Beyi Ertokuş öncülüğündeki bir filo ile denizden ve karadan kuşatıldı. Sinop ve Antalya Filoları'nın takviyesine büyük bir önem veren I. Keykubat döneminde Türk Bayrağı’nın ticaret yaptığı sularda güvenliği sağlama siyasetine de büyük önem verildi. Karadeniz ile Doğu Akdeniz’de taarruza uğrayan Türk tüccarlarının zarar ve kayıpları yönetim tarafından tazmin edilmekte ve zarar veren gemilerin üzerine kuvvet sevk edilerek gereken cezalar verilmekteydi.
Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra uç beylikleri arasından Karasi, Aydın, Saruhan ve Candaroğulları Beylikleri gibi denizcilik faaliyetleriyle ilgilenen yeni bazı beylikler kuruldu.
Danişmendler'in soyundan gelen Karasi Beyliği 13. Yüzyılın sonu, 14. Yüzyılın başlarına doğru Balıkesir ve Çanakkale bölgelerinde kurulduktan sonra Bizans ile mücadeleler sonucunda Balıkesir ve Bergama bölgelerinde iki ayrı kol olarak varlıklarını sürdürdüler. Balıkesir’deki uç beyliğinin başında bulunan Demirhan Bey liderliğindeki kuvvetler 1331 yılında 71 parçadan oluşan deniz kuvvetleri ile Gelibolu’ya gelerek Enez’i ele geçirdiler ve Bizans Donanması filolarına karşı başarılı mücadeleler verdiler. Bergama Uç Beyi Yahşihan liderliğindeki kuvvetler ise; iki kere Gelibolu’ya çıkıp, Marmara Denizi’nin güney sahillerindeki bazı kalelerle birlikle bazı adaları ele geçirerek Yassıada yakınlarında Bizans’a ait bir filoyu yendiler. Saruhan ve Candaroğulları Beylikleri de deniz kuvvetleriyle faaliyetlerini sürdürdüler.
Denizler'in Delisi Aydınoğulları Beyliği
ve Denizlerin Arslanı Umur Bey
14. Yüzyılda Anadolu Türk Beylikleri arasında denizciliği en ileri götüren Beylik ise hiç şüphesiz Aydınoğulları Beyliği'dir. Bu beylik; Selçuk ve İzmir Limanlarında birer kuvvetli dayanak kurup hazırladığı filolarla Ege Denizi’ne girmiş, daha sonra Saruhan ve Menteşe Beyliklerinin de ittifakını sağlayıp, çalışma sahasını İyon Denizi ile Karadeniz’e kadar genişletmiştir. Aydınoğulları denizciliği Umur Bey döneminde şaşılacak derecede yükselme göstermiştir. Umur Bey, Batı Ön Asya Birliği’ni temel alarak Yakın Doğu’da kuvvetli bir hakimiyet kurmuştur.
Germiyanoğulları Beyliği’nin bir uç beyi olarak görülen Aydınoğulları Beyliği Selçuk ve Birgi’yi ele geçirdikten sonra hemen iki tersane kurmak ve hafif kadırgalar inşa etmek suretiyle denizcilik faaliyetine başlamıştır. Aydınoğlu Mehmet Bey kendine ait beyliği kısa bir sürede kuvvetli bir hale getirdikten sonra uç beyliklerini de genişletmiştir. Mehmet Bey’in 5 oğlundan İsa Bey yanında kalmak, diğerlerine kale ve uç beyliği verilmek üzere Aydınoğulları Beyliği sağlam temellere oturtulmaya çalışılmıştır. Mehmet Bey tarafından kurulmuştur. Denizlerde kuvvetli olmayı hedefleyen beylik, kendi bölgesinin kıyılarındaki
Aydınoğlu Mehmet Bey, ufak filosu ile Rodos ve Venedikliler'e ait ada ve gemileri vurmaya başlarken kardeşi Orhan Bey ise Rodos Adası üzerine bir sefer düzenledi.
Yeniden doğan Türk Denizciliği, her biri ayrı birer deniz kuvvetine sahip olan Bizans, Kıbrıs Krallığı, Rodos Şövalyeleri, Venedik ve Cenevizliler ile mücadele etmek zorundaydı. Bu arada Bizans’ın parçalanışı sırasında Ege’nin bir kısım adaları ile Mora kıyılarına yerleşerek buraları birer korsan yuvası haline çevirerek Türk kıyılarına baskınlar yapan -Haçlı seferleri artığı- birtakım prenslikler de Türk Denizcileri'nin hedefi olacaktı.
Çaka Bey’in ölümü ve Haçlı Seferlerinden sonra yaklaşık 250 yıl denizlere hasret yaşayan Türkler Aydınoğulları Denizciliği ile öylesine büyük bir kudret ile doğmuştu ki, 300 - 400 parçadan oluşan Beylik Donanması adeta yüzyıllarca süren bu susuzluğa nispet, kısa bir süre içinde "Yenilmez bir Armada" olarak Ege ve Akdeniz sularında ihtişamla boy gösterdi. Türk Denizcileri'nin deniz sularını yeniden hareketlendiren son hamlesine bu kez de Umur Bey öncülük ediyordu.
Umur Bey, iki asırdan fazla bir süre kapanmış bulunan Türk Deniz Tarihi’nin sayfalarını yeniden açarken Aydınoğulları Devleti’nin Amirali olarak ilk seferini kendi eseri olan İzmir Tersanesi’nden başlattı. Aydınoğulları Beyliği’nin deniz dayanağı bu tarihe kadar Selçuk Limanı idi. İzmir’in tamamen Türklerin eline geçmesinden sonra Selçuk Limanı askeri değerini korumakla birlikte, İzmir Tersanesi de kullanılmaya başlanmıştı. Umur Bey ilk filoyu Müslüman Hoca’ya İzmir’de yaptırdı ve ilk kadırgaya da “Gazi” adını verdi. 1329 yılında İzmir’den hareket ederek Çanakkale Boğazı’na kadar ilerleyen Türk Filosu, Bizans’a ait Bozcaada’yı tahrip ettikten sonra rastladıkları Göke sınıfı çok yüksek bordalı 5 parçalık bir Bizans Filosu ile iki gün iki gece süren çok kanlı bir savaşa girmişti. Mağlup olan Bizans Filosu, uygun rüzgarı bularak Çanakkale Boğazı’na sığınmak suretiyle ancak kurtulabildi.
1330 yılında 28 parçası İzmir ve 22 parçası Efes Üssü’nde hazırlanan toplam 50 Umur Bey, gücünü Midilli ve Sakız 21 yaş gibi çok genç bir yaşta Aydınoğulları denizciliğinin başına atanan Umur Bey Anadolu Türk birliğinin kurulmasına temel oluşturmak üzere, kıyı boylarındaki küçük Türk Devletleri’nin deniz güçlerini Aydınoğulları denizciliğinin bayrağı altında toplayarak Ege ve Doğu Akdeniz’de tartışmasız bir Türk hakimiyeti kurulmasını ve buradaki yabancı kolonilerin vergiye bağlanmasını savunmakta ve yabancı bayraklı gemilerin deniz ticaretini vurmak suretiyle deniz ticaret savaşının devam ettirilmesine çalışmaktaydı. parçadan oluşan bir filo ile denize açılan Adalarında göstererek bu iki adayı vergiye bağladı.
Uygulayacağı deniz siyasetini belirleyerek hedeflerini iyi tespit eden Umur Bey, bunları hayata geçirebilmek için Efes ve İzmir Tersaneleri'nde çalışmaları hızlandırdı. Anadolu’daki Türk birliğini kurma yolunda ilk adımı da atarak kuzey komşusu Saruhan Beyliği ve güney komşusu Menteşoğulları Beyliği Deniz Kuvvetlerini de kendi bayrağı altına almayı başardı.
Umur Bey’in ilk hedefi, Yunanistan ve adalarda kurulmuş bulunan Latin Prenslikleri'ni Aydınoğulları Beyliği’nin hakimiyeti altında vergiye bağlamak ve hareket serbestisine kavuşarak Bizans’ı barışa zorlayıp saf dışı bırakmaktı.
Böylece ön planda Bizans’ı hedef tutan Umur Bey, Trakya Seferi için hazırlanarak 1332 yılında savaş ve nakliye gemilerinden oluşan 75 parçalık bir filo ile İzmir’den hareket etti. Umur Bey, önce Çanakkale Boğazı’ndan geçerek Gelibolu Yarımadası’na asker çıkardı. Gelibolu Kalesi’ni tahrip ettikten sonra filosunu TrakyaAydınoğulları Beyliği ile savaşı göze alamayan Bizans İmparatoru III. Andronikos, barış şartlarını kabul etti. Umur Bey böylece gelecekteki hareketleri için Bizans’ı safdışı bıraktı.
Türk Denizciliği'nin yeniden hareketlenmesi karşısında, Ege Denizi’ndeki yabancı bayrakların bundan önce sürdürdükleri korsanlık faaliyetleri durdu ve Türk Deniz Ticareti yeniden özgürlüğüne kavuştu. Ancak Umur Bey Ege Denizi’nde yeni bir düzen kurmak ve bölgede kayıtsız - şartsız bir deniz hakimiyeti sağlamak istiyordu. Bu hedef için başlattığı 1333 yılı Deniz Harekatı, yeniden doğan Türk Denizciliği’nin kısa bir sürede ulaşmış olduğu güç ve ihtişamı göstermesi bakımından ilgi çekicidir. kıyılarına yöneltti.
Umur Bey, 1333 yılı baharında 250 parçadan oluşan bir filo ile Ege Denizi’ne açıldı. Eğribos Dükalığı’nı ve Bodonice Prensliği’ni senelik bir vergi ile Aydınoğulları Beyliği'ne bağladıktan sonra Mora Yarımadası’nın güneydoğusundaki Monevesna’ya bir çıkarma yaparak burayı da vergiye bağladı.
250 parçadan oluşan Türk Filosu’nun Ege Denizi’nde bayrak göstererek, bir kısım Dükalıkları ve Prenslikleri vergiye bağlamak sureti ile Aydınoğulları Beyliği nüfuzuna alması ve yabancı bayraklı gemilerin yaptıkları korsanlığı sona erdirmesi, düşmanların Ege Denizi adına korku ve endişelerini arttırdı. Türk Deniz Gücü’nün ağırlığını henüz üzerinde hissetmemiş olanlar sıranın kendilerine geldiğini hissederek korku içinde kendi menfaatlerini korumak amacı ile bir güç birliği oluşturmak üzere harekete geçtiler.
Umur Bey, yarım kalan Yunanistan Seferi’ni tamamlamak üzere 1333 yılında mevsim şartlarına aldırmadan kışın 170 parçadan oluşan filosu ile Güney Yunanistan’a doğru denize açıldı. Atina Prensliği’ni yıllık vergi ile Aydınoğulları Beyliği nüfuzuna aldıktan sonra Mora Despotluğu’na da ağır bir darbe indirdi ve çevrede bulunan bir kısım korsan yuvalarını temizledikten sonra İzmir’e döndü.
Aydınoğlu Mehmet Bey’in 1334 tarihinde vefat etmesi üzerine, Aydınoğulları Beyliği’nin başına kardeşlerinin de onayı ile Umur Bey geçti. Bu sırada Umur Bey 26 yaşında idi.
Ege Denizi’nde düşmanlara nefes aldırmayan yalnız Aydınoğulları Beyliği Denizciliği değildi. Karasi, Saruhan ve Menteşoğulları Beylikleri de sahip oldukları deniz kuvvetleri ile akınlar yaparak gaza yolunda korsanlık faaliyetlerinde bulunuyorlardı ise de Aydınoğulları Denizciliği, Ön Asya’daki Türklerin deniz çıkarlarını sağlayacak bir deniz politikası ile Doğu Akdeniz hakimiyetinin planlarını hayata geçiriyordu. Tüm bu beyliklerin denizcilik faaliyetleriyle Ege Denizi’ndeki Türk Deniz Kuvvetleri’nin gittikçe artan baskıları sebebiyle nefes alma imkanlarını her gün biraz daha kaybeden düşman kuvvetleri Haçlı hareketi altında toplanmaya mecbur kaldılar. Türklerin sahip oldukları tekne sayısı üstünlüğünü, yüksek bordalı, güçlü kadırgaları ile yeneceklerdi. Haçlı Donanması, 4’ü Papalık’a, 4’ü Fransa’ya, 10’u Rodos Şövalyeleri'ne ve 4’ü Kıbrıs Krallığı’na ait olmak üzere 30 güçlü Kadırga’dan meydana geliyordu.
Bu sırada Karasi Emiri Yahşi Bey, irili ufaklı 100 parçalık bir filo ile Selanik, Kasandra ve Teselya’da Galos Körfezi’ne asker çıkararak Bizans’a karşı bir harekete girişmişti.
Eğriboz Adası’nın Halkis Limanı’ndan hareket eden Haçlı Filosu, sayı bakımından fazla ancak hafif ve alçak bordalı Karasioğulları Beyliği’nin donanmasına zarar verip daha sonra da takip ederek İzmir’e vardı. Burada asıl hedefleri olan Aydınoğulları Beyliği’nin deniz üssüne yüklendiler. Bu sırada Umur Bey idaresindeki Türk Güçleri Ege Denizi’nin güneyinde bulunduğundan Haçlı Donanması ancak tersanede tamir için tutulan ve bakımdaki tekneler ile Karesi Filosu’nun bir kısmını yakmayı ve karaya asker çıkarmayı başardı. Fakat karada direnişle karşılaşan ve denizde bulunan Umur Bey’in baskınından korkan Haçlı Donanması, burada fazla kalamayarak İzmir’i terk etti ve Ege Denizi’ne döndü.
Umur Bey, Haçlıların bu hareketine diyet olarak Yunanistan’a 1335 yılı sonbaharında 276 gemiden meydana gelen filosu ile Ege Denizi’ne açıldı. Mora sularına kadar ilerleyerek Hidra ve Sipezya Adaları'nı ele geçirdikten sonra değişik noktalarda karaya asker bırakarak Güney Yunanistan’daki Dukalık ve Prensliklerin üzerine yürüdü ve kaleler fethetti. 30.000 savaşçısı ile karşı koymaya çalışan Fransız Dukalığı perişan edildikten sonra bölgedeki bütün dukalık ve prenslikler birer yıllık vergilerini ödemek sureti ile Aydınoğulları Beyliği’nin nüfuzunu yeniden kabul ettiler.
Umur Bey bundan sonraki ağır masraf ve emeğe dayanan büyük deniz seferlerinde stratejisini değiştirerek haçlı güçlere karşı Bizans’ı koruyucu bir siyaset takip etmiştir. 1336 yılında Midilli Adası’nın, Bizans’ın himayesine karşı ayaklanan Ceneviz Podestası’ndan geri alınmasında Umur Bey’den yardım isteyen Bizans İmparatoru, Umur Bey’in kara ve deniz yoluyla Bizans’a yaptığı yardıma karşılık kendisine Sakız Adası’nı hediye etmiştir.
1337 yılında Teselya Despotu’nun baş kaldırması ve kışkırtması ile Epir’de Arnavut ve Sırplar'ın Bizans’a karşı ayaklanması üzerine Umur Bey Bizans İmparatoru'na yardım için Donanması ile İzmir’den harekete geçti. Selanik’e çıkarma yaparak Teselya’da sükuneti sağladı ve İzmir’e dönerek Arnavut ve Sırplara karşı girişeceği “Epir Harekatı” için hazırlıklara başladı.
Umur Bey’in Bizans’a yardım için 1338 yılında gerçekleştirdiği "Epir Seferi", Türk Deniz Tarihi açısından oldukça ilgi çekicidir. 2 yıl süren olan bu sefer için 110 gemiden meydana gelen bir filo ile İzmir’den harekete geçen Umur Bey’in hedefi Epir’deki Sırp ve Arnavut ayaklanmasını bastırarak Bizans İmparatoru’na yardım etmek ve 4 yıl önce Aydınoğulları Beyliği Denizciliği'nin Ege’deki otoritesine karşı gelen Haçlı Donanması’nı oluşturanlardan hesap sormaktı.
Umur Bey bu yüzden Haçlı Harekatı’na gemi vermek suretiyle katılan ve Midilli Adası’nı ele geçirmesi için Foça’daki Ceneviz Podestası’na yardım eden Naxos Dukalığı’na doğru yöneldi. Naxos Adası başta olmak üzere Andros, Siphnos, SikinosParos Adalarını vurarak korsan yatağı haline gelen limanları harabeye çevirdi ve bu limanlardaki gemileri ateşe verdi ve daha sonra Epir hedefine yöneldi.
Ege Denizi’nden Epir kıyılarına ve Karadeniz’e kadar genişletmiş olduğu harekat sahasında zaman zaman 300 – 400 parçadan oluşan bir armada gezdiren Umur Bey’in kahramanlıkları bir yana, dönemin teknik imkansızlıkları da göz önünde tutularak, buluşları ve kararlarını da değerlendirirsek onun efsaneleşmiş şöhretinin sırrı anlaşılabilir. ve
Umur Bey filosunu Atina Körfezi’ne sokarak, Korent ağzına yanaştırdı. Gemilerini sabunlanmış kızaklar üzerinden Korent Körfezi'ne taşıyarak, Leponto Körfezi’nden Epir kıyılarına ulaştırdı. Bu kesimlerde karaya asker çıkararak giriştiği harekatta Arnavut ve Sırp İsyanlarını bastırdı. Kışı, Korent Körfezi’nin “Umur Limanı” diye isimlendirilen mevkiinde geçirerek, 1339 baharında yine aynı şekilde gemilerini karadan Atina Körfezi’ne aktardı ve dönüşte Eğriboz Adası’nda bir mola vererek İzmir’e döndü.
14. Yüzyıldaki Türk Denizciliği'nin ulaşmış olduğu yüksek seviyeyi değerlendirebilmek için, Epir Seferi üzerinde biraz durmak gerekir. Epir Seferi’nin, henüz seyir tekniği oluşmamış bir dönemde yapılabilmesi Türk Denizciliği için büyük bir başarıdır. Türk Denizciliği'nin; bu döneminde tam manası ile bir Akdeniz Haritası’nın çizilmemiş olduğu göz önüne alınırsa filoyu Epir kıyılarına ulaştırmak için normal yol olan Mora’yı dolaşmak yerine, hem fırtınadan kaçınmak hem de aylarca süreyi alacak olan bir zamandan tasarruf için karadan Korent’i aşmayı en kestirme yol olarak keşfedebilmek, ancak Türk Denizciliği'nin sahip olduğu geniş coğrafya bilgisi sayesinde mümkün olabilmiştir. Umur Bey bu hareketi ile aynı zamanda bir filoyu bir denizden başka bir denize karadan nakletmekle 115 sene sonrası için Fatih Sultan Mehmet’e de örnek olmuştur.
Umur Bey, 1341 yılında yine denize açılarak, Ege Denizi’nde yabancı bayraklara korsan yataklığı yapan adaları vurdu ve Kıbrıs sularına kadar inerek Türk Ticaret Filolarını tehdit eden Kıbrıs Filosu’nu da yıprattı.
1342 yılında yine aynı maksatla bir sefere çıkan Umur Bey, bu sefer de Girit sularına kadar uzanarak korsan yatağı haline gelen Venedik Limanları'nı tahrip etti.
Umur Bey’in bu iki deniz akını üzerine, başta Kıbrıs Kralı olmak üzere Ege Denizi’ndeki Hıristiyanlar, baskısını gittikçe arttıran Türkler'e karşı yine bir güç birliğine giderek Umur Bey’e karşı büyük bir Haçlı birliğinin sağlanması için Papa VI. Clement’le anlaştılar. Bu sırada Umur Bey’in Bizans işlerine; Bizans’ın kaderini etkileyecek kadar müdahale etmesi de Haçlı Hareketi’ni körükleyen nedenlerden birisi oldu.
1341 yılında Bizans İmparatoru III. Andronikos’un ölümü Bizans’da taht kavgasına yol açtı. İmparatoriçe Anne de Savoie, Başvezir Kantakuzenos’a karşı mücadele açınca, Kantakuzenos da Dimetoka’da imparatorluğunu ilan etti. Böylece İmparatoriçe’nin bulunduğu İstanbul ile Dimetoka karşı karşıya gelmiş, Bizans’da bir iç kavga başlamıştı. Kantakuzenos, İmparatoriçe’nin kuvvetleri tarafından kuşatılınca, Trakya’daki siyasi durumu Umur Bey’e bildirerek kendisinden yardım istedi. Umur Bey, Bizans’ı ele geçirmenin ihtirası içinde fırsat kollayan Sırp Kralı’nı emeline ulaştırmamak için, Kantakuzenos’u desteklemek ve ona yardım etmek sureti ile Bizans’ın geleceğine hükmetmeye karar verdi. Böylece Bizans’ı da nüfuzuna bağlayacaktı.
Planlarını buna göre hazırlayan Umur Bey, 29.000 savaşçı ve 380 parçadan oluşan bir armada ile, 1342 yılı sonlarında İzmir’den Trakya’ya doğru yola çıktı. Meriç ağzında askerlerini karaya çıkararak Dimetoka'ya yürüdü ve şehri kuşatmış bulunan Bizans ve Bulgar kuvvetlerini dağıttı. Bölgede güvenliği sağladıktan sonra İzmir’e döndü.
Bizans’da durumun, Umur Bey’in işe karışması ile birdenbire aleyhine döndüğünü gören İmparatoriçe ise; Papa’dan, Ege Denizi’nde karşı konulamayacak kadar tehlikeli bir kuvvet haline gelen ve Bizans’ı rahat bırakmayan Umur Bey’e karşı Haçlı Hareketi oluşturma çabasına girdi.
Ön Asya’nın en kudretli hükümdarı ve amirali olarak şöhretin zirvesine ulaşmış bulunan Umur Bey, tek bir devletin gücü ile yenilmesi mümkün olmayan bir kuvvet haline gelmişti. Batı kaynakları da Umur Bey’in 1341 yılından sonra müthiş ve korkunç bir güç kazandığını, 250 - 300 parçalık armadası ile Ege Denizi’nin tek hakimi olduğunu belirtmektedir.
Bu şartlar altında Papa nihayet, Umur Bey’e karşı Hıristiyan güçlerini birleşmeye davet ederek bir Haçlı hareketine girişti.
Umur Bey, her şeye rağmen Bizans’ı kaderine terk etmeyi düşünmüyordu. Bu bakımdan yeniden İmparatoriçenin kuvvetleri tarafından sıkıştırılmış bulunan Kantakuzenos’u güçlendirmek için, 1343 yılı Ağustos’unda, 20.000 savaşçı ve 290İzmir’den Selanik’e doğru yola çıktı.
Selanik’i denizden ablukaya almış olan imparatoriçenin donanması, Türk Filosu’nun gelmekte olduğunu duyunca kuşatmayı kaldırarak Çanakkale Boğazı’ndan içeri girdi. Umur Bey de Selanik’i kuşatarak teslim aldı. Burada Kantakuzenos ile buluşan Umur Bey, Batı Trakya’nın İstanbul tarafının tutan bütün şehirlerini Kantakuzenos’un idaresine soktuktan sonra bir kısım kara kuvveti ile 30 gemiyi Kantakuzenos’un emrine bırakarak İzmir’e döndü.
Haçlı Donanması’nı oluşturan gemiler 1344 yılı baharında Eğriboz Adası’nın Halkis Limanı’nda toplandılar. Haçlı Donanması’nın hazırlığı 3 yıl 11 ay sürmüştü. Bu süre, Umur Bey’e karşı Hıristiyanların ne derece güçlü bir hazırlığa girmiş olduklarını ortaya koymaktadır.
Haçlı Donanması’nın asıl kuvvetini 4'ü Papalık, 4'ü Kıbrıs Krallığı, 6'ı Rodos Şövalyeleri, 6'sı Venedik Cumhuriyeti’ne ve altısı Ege Denizi’ndeki Ceneviz Kolonilerine ait olmak üzere 26 güçlü kadırga teşkil ediyordu. Diğer sınıf savaş tekneleri ile nakliye gemilerinin miktarı ise bilinmemektedir.
Bu büyüklükteki Haçlı Donanması’nın 1344 yazında Eğriboz Adası’ndan İzmir’e doğru hareket etmesi ile Ege Denizi dengeleri de bozdu. Ege Denizi’nde dağınık olarak dolaşan, ancak Haçlı Donanması’na karşı birleşen 40 parçalık küçük Aydınoğulları gemileri bu büyük kadırgalar tarafından yenilgiye uğratıldı.
Haçlı Donanması; 1344 Haziran’ında büyük bir intikam hırsı ile İzmir Limanı’na girdi. Limandaki müdafaayı kırarak limandaki gemilerin bir kısmını ve Tersane'yi yaktıktan sonra Liman Kalesi’ni karadan ve denizden kuşattı. 4 aylık bir mücadelenin sonunda bir gece iki kölenin ihaneti ile açılan kale kapısından içeri giren Haçlılar Liman Kalesi’ni ele geçirdiler.
Fakat Umur Bey, Haçlıların İzmir’e çıkışlarını onlara acı bir şekilde ödetti. Umur Bey, hafif bir kara kuvvetini öne sürerek Haçlıları kaleden İzmir Ovası’na çektikten sonra pusuda beklettiği esas kuvvetleri ile Haçlıları sarıp, başta başkomutanları olmak üzere birçok şövalye ve asilzade ile binlerce Haçlı’yı kılıçtan geçirdi. Ancak kaçarak kaleye sığınma fırsatı bulabilenler canlarını kurtarabildiler. (Ocak 1345).
Bu şekilde İzmir’de tutunamayacaklarını anlayan Papa VI. Clement, Umur Bey’e karşı Haçlı hareketini tazelemek için bütün Avrupa hükümdarlarını İzmir’i savunmak üzere “Din Savaşı”na çağırdı. Bu şekilde yeniden düzenlenen 26’sı kadırga olmak üzere 76 parçalık Haçlı Donanması 15.000 savaşçı asker ile 1346 yılı Haziran’ında İzmir’e gelerek Liman Kalesi’ni takviye etti.
Türk Denizciler ise Haçlılar'la yaklaşık 4 yıl süren mücadelelerin sonunda Efes Tersanesi’nde yeniden inşa ettikleri filolarıyla Aydınoğulları Beyliği’nin sarsılan iktisadi gücünü beslemek üzere Ege Denizi’ndeki düşman hedefleri vurarak ganimet ve esir toplamaya başladılar.
Umur Bey, kara cephesindeki bütün hazırlıklarını tamamladı. Kale önce kuşatıldı ardından da hücuma geçildi. Türk savaşçılar kaleye tırmanmaya başladılar. Artık kalenin düşmesi bir an meselesi idi ki, atılan bir okun alnına isabet etmesi ile Umur Bey Mart 1348 tarihinde şehit oldu. Bu olay Türk güçleri arasında karmaşaya yol açtı.
Umur Bey’in şehit olması, İzmir’e Haçlı akınını hızlandırdı. Umur Bey’in şöhretinin sebep olduğu korku yüzünden bu haçlı harekatına katılmaktan çekinenler de akın akın İzmir’e gelmeye başladılar.
Umur Bey’den sonra Aydınoğulları Beyliği’nin başına geçen kardeşi Hızır Bey, mücadele yerine anlaşmayı tercih ederek Haçlılar ile anlaşma imzaladı. Barış antlaşmasının en ağır maddesini Aydınoğulları Beyliği’ni bir deniz kuvvetinden yoksun bırakmaya mahkum eden bölümü teşkil ediyordu. Aslında Haçlı hareketinin başlıca hedefi de bu idi.
Böylece Umur Bey’in öncülüğünde meydana gelen ve Ön Asya’daki Türk birliğinin de deniz menfaatlerini sağlayarak koruyan Türk Denizciliği yeni bir sekteye uğradı.
Sonuç olarak, Umur Bey’in önemli çabaları ile doğmuş bulunan muhteşem Aydınoğulları Denizciliği, onunla beraber son bulmuş ve Türk Denizciliği bir kere daha bir bekleyiş dönemine girmiştir.
Aydınoğulları Beyliği 1390 yılına kadar bağımsız kaldı. Bu tarihte Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı topraklarına katılan Beylik Yıldırım Beyazıt'ın 1402 yılında Ankara Savaşı’nda yenilmesi üzerine müstakil olarak yeniden kuruldu ve 1426'da kesin olarak Osmanlı Devleti topraklarına katıldı.
11. Yüzyılın sonundan 14. Yüzyılın ortalarına kadar Anadolu sularında ilk sürgünlerini veren Türk Denizciliği 1350 tarihinden sonra kuvvetini gittikçe arttıran Osmanlı Devleti’nin elinde bütün dünyayla hesaplaşacak bir boyuta ulaşma yolunda kararlı adımlarla yapılanmaya ve şekillenmeye başladı..