| Osmanlı güzellemeleriyle birlikte Abdülhamid dönemi kitapları birbiri ardına yayınlanmaya başladı. Bunlardan biri de Şadiye Osmanoğlu’nun (II. Abdülhamid’in Kızı) Timaş Yayınlarından çıkan ‘Babam Abdülhamid’ adını taşıyan hatıratı.
Hatıratlarda, duygusal bir dil tutturulmaya çalışılmış; okuyucunun duygusallığına oynanarak, okuyucuda Abdülhamid’e haksızlık yapıldığı kanısı uyandırılmaya çalışılıyor. Şadiye Osmanoğlu; Meşrutiyet savunucularını ve Cumhuriyet’in kurucu kadrolarını direkt suçlamaya cesaret edemese de Abdülhamid ve ailesini çilekeş Osmanlı köylüsünden daha ağır şartlarda yaşayan bir “reaya” olarak lanse etmek için büyük çaba sarf ediyor. Acındırma edebiyatı ve okuyucunun duygularına oynama taktiği ile Meşrutiyet savunucularına ve Cumhuriyet’in kurucu kadrolarına, okuyucunun nefret beslemesini amaçlıyor anılarında Osmanoğlu.
Kendi halkına ve toprağına yabancı hanedanın bir üyesi Şadiye Osmanoğlu, anılarının arasına sıkıştırdığı “vatan hasretli” cümleler durumu kurtarmaya yetmiyor. Çünkü anıların devamında ya paçayı ele veriyor ya itiraf ediyor.
Yoksullukla, açlıkla savaşlarla, emperyalist ülkelere artan bağımlılığın yarattığı yıkımlar nedeniyle inim inim inleyen Anadolu köylüsü-emekçileri hiç yoktur anılarda. Şadiye Hanım’ın Anadolu köylüsü ile zaten bir anısı olamaz ancak halkın sefaletinden haberdar olduğu kesin. Hatıratlarında neler var neler yok ki: Sarayın lüks yaşamı, hastalık sebebiyle eşiyle gittiği Avrupa kentleri, Amerikan askerlerine övgüler, “sürgün” yıllarında yaptığı tatiller, geziler, kaldığı oteller ve yediği leziz yemekler…
Zevk ve Sefa İçinde Bir Yaşam
Anadolu köylüsü tarhana çorbasının yanına katık yapacak ekmek bulmakta güçlük çekerken, köylünün gırtlağına çökülerek alınan vergiler ile sarayımız bakın nasıl yaşıyor, hem de bu yaşamı süren Abdülhamid’in kızı Şadiye Osmanoğlu’nun kendi ağzından aktarıyorum:
Haremin esas meşgalesi, giyinmek ve süslenmekti, her düşünce bunun yanında ikinci mevkiyi işgal ederdi. 1
Yemeklerimizi annelerimizle beraber yerdik, soframız, çok bol ve çeşitli olurdu. Büyük bir gümüş sini içinde parçalanmış kuzu, tavuk, çorba, börek, çeşitli mevsim sebzeleri, pilav, sütlü krema, ekşi takımı adı verilen daha küçük tepside; havyar, peynir, çeşitli meyvalar, öğle ve akşam her gün soframızda bulunurdu. 2
Şehirden alış veriş yapmak, gençlik hayatımın, mesire eğlencelerinden, sonra gelen en mühim ve zevkli meşgalesi idi. 3
“Sürgün” Yıllarının Keyfi
Cumhuriyet’in ilan edilmesi ve Osmanlı hanedanın üyelerinin göç ettirilmesiyle Şadiye Osmanoğlu da 23 yıl boyunca yaşayacağı Fransa’ya göç eder. Hatıratında ‘gurbet ve kader yılları’ olarak isimlendirdiği bu bölümde önceki yaşamından az farkla lüks yaşamına devam eder. Fakat hatıratları okurken insanın aklına ‘Bu değirmenin suyu nerden geliyor?’diye sormak geliyor. Çünkü hatıratlarında çalışma yok; müzik eşliğinde yenen leziz yemekler, plajlar, tatiller, tekne gezintileri vs var.
Değirmenin suyu: Abdülhamid’in Su Bidonundan
Hareket Ordusu’nun Yıldız Sarayı’nı kuşatmasıyla (1908) Abdülhamid ilk önce Selânik’deki Alâtini Köşkü’nde daha sonra Beylerbeyi Sarayı’nda zorunlu ikametgâha tabi tutulur.
Yıldız Sarayı’ndan ayrılırken “tesadüfen alınan” su çantasının içinde sakladığı elmasları gerek Alâtini Köşkü’nde gerekse Beylerbeyi Sarayı’ndaki ‘sürgün’ yıllarında hiç yanından ayırmıyor Abdülhamid. Yıldız Sarayı’ndan ayrılırken Şadiye Osmanloğlu suça ortak oluyor; Bir aralık gözüme bir şey ilişti, bu Cuma alayına çıkarıldığı vakit, babamın arkasında duran harem ağasının elinde taşıdığı sarı çanta idi, merak edip ağalardan birine evvelce sormuştum: “Efendimizin su çantasıdır,” demişlerdi. Babacığım susuz kalır diye, sigaralarından sonra, hemen bu su çantasını da elime aldım.4 Şadiye Osmanoğlu bilerek veya bilmeyerek elmas dolusu çantayı alır ve Yıldız Sarayı’ndan Alâtini Köşkü’ne doğru yola çıkarlar. Abdülhamid’in oluşturduğu küçük haremde kimlerin olduğunu hatırattan öğreniyoruz: Babamın aşçısı, kahvecisi, dört tane harem ağası ve haremden kendi arzularıyla hizmet için gelen dört kız, mevcudun arasında idi.5
Alâtini Köşkü’ne varınca babasının susuzluk çektiğini düşünen kızı Şadiye: “Su çantanızı da getirdim, fakat anahtarı yok. Belki Nâdir Ağada kalmıştır, bir çakı olsa da kessek, belki susuzsunuz” dedim. Güldü ve “Bunda su yoktur, sudan daha mühim şey vardır. Bu hususu bilâhere seninle görüşürüz” dedi.6
Üç yıllık Alâtini Köşkü sürgününden sonra Abdülhamid 1912 yılında Alman gemisi ile Beylerbeyi Sarayı’na getirilir. Sadece bayramlarda ailesi ile görüşmesine izin verilir. Bir kurban bayramı ziyareti için diğer akrabalarından önce Beylerbeyi Sarayı’na giden Şadiye Osmanoğlu’nun bu erken ziyaretini fırsat bilen Abdülhamid, kızına övgüler düzdükten sonra odasına gider içinde ananas olan bir paketle geri döner. Ziyaretten sonra Erenköy’deki evine dönen Şadiye Hanım gece kocası ile birlikte konuşurken ananas aklına gelir. Kocasıyla birlikte paketi açarlar; Ananası, sarılı olduğu kağıdından çıkarırken, içinden, meyvanın dikenli kabuğu üzerine maharetle tatbik edilmiş küçük bir paket daha gördüm. Merakla açtık. İçinden elmaslar dökülmeye başladı. Hem hayret, hem de sevinç içinde kalmıştık. Taşlar da, değerlerine ve cinslerine göre, ayrı ayrı bükülmüş kağıtlara sarılmıştı. Ayrıca, bir de küçük not bulduk: “Su çantasında ki hakkın.”7
Abdülhamid’in 10 Şubat 1918’de ki ölümünden sonra su çantası (Abdülhamid’in sürekli yayında taşıdığı hazine) Beylerbeyi Sarayı’ndan gizlice alınmış içersindekiler de aile efradı arasında bölüşülmüştür. Şadiye Osmanoğlu böylece 1923 sonrası “sürgün” yıllarında saray yaşamını aratmayacak lüksünü Avrupa’da sürdürme olanağını fazlasıyla elde etmiştir. Bir ayrıntı ile elmasların nakit paraya çevrilmesi için tüccarlara ihtiyacı vardır. Fransa’da ikametimin beşinci yılında Hindistan tab’lı zengin bir inci tüccarı ile tanıştım. Esasen daha evvelden de dolayısıyla tanışıklığım olan bu ahbabım, yılın üçte bir kısmını Paris’te, diğer bir kısmını Londra’da , mütebâki aylarını da Bombay ve Bahrein’de geçirirdi.8
Parça parça elmasları satan Şadiye Hanım demek ki elmaslarını sattığı, dolaylı yoldan tanıdığı tüccar ile yüz yüze görüşmek istemiş olsa gerek, daha büyük satışlar için. Aralarındaki dostluluğun ilerlemesiyle, Hindli tüccar, Şadiye Hanım’ı Londra’daki köşküne davet eder. Şadiye Osmanoğlu saraylı yaşamını hatırlamış olsa ki daveti kabul eder ve hatıratında Londra gezisinden şöyle bahseder; Beni Londra’ya davet etti. Kızımla beraber gittim. Muhteşem bir apartmanı vardı. Hakkında fevkalede misafirperverlik gösteriyordu. Dört İngiliz uşağı evin işlerini görüyordu. Dostum, sabahları erken yazıhânesine iner, akşam geç dönerdi. Bizi, ikisi kız, ikisi erkek olan bu kibar hizmetkârlar, zengin möbleli şâhane evde ağırlarlardı. Sabah yemeklerini kızımla yalnız yerdik. Gündüz yine onunla Londra’yı gezerdik, başka tanıdıklarımızı da ziyaret ederdik.9 Bu iki aylık Londra gezisi saraylı yaşamını hatırlatmasının moralinden mi yoksa zenginleşmesinden mi bilinmez Şadiye Hanım Paris’te yeni bir yaşam kurar.
Paris’te Saray Yaşamı
Londra dönüşünde ikametgâhı Lorency’den sıkılmaya başlayan Şadiye Hanım, Villiers ve Courcelles arasında yeni bir apartman satın alır. Ardından bir yenisini de Courcelles Bulvarı’ndan satın alır. Mevkii pek hoşuma gidiyordu. Paris’in en sevdiğim yeri Prac Monceau’ya beş dakikalık mesafede bulunuyordu. Mahallenin ajansına gidip sordum. 2 numarayı taşıyan daireye hemen angaje oldum. İç taksimatını kendi zevkime göre yaptırdım. Altı odası vardı, salonu büyüktü. Satın aldığım bu yeni apartmana girip yerleşmem altı aylık bir bekleyişten sonra mümkün oldu.10
İkametgâh “sorununu” çözüme kavuşturan Şadiye Hanım için sırada gönül işleri vardır. İşte, Reşad ile böyle bir tesadüfle, yeni apartmanımı aldıktan dört sene sonra, bir dostumun çayında karşılaştım. Evime çağırıyordum. Paris’in şık lokantalarına yemeğe bazen yalnız çıkıyorduk. Boulogne ormanlarına giderdik, çimenlerin üzerinde gezer, ağaçların gölgelerinde oturur dinlenirdik. Bu ormanın mehtapları da cazip olurdu. Gölde küçük sandallara biner, kürek çeker, yarışırdık. 11 Flört ve birlikte çıkılan bir buçuk aylık Bruxelles ve Ostende tatilinden sonra evlenme kararı alan çift, nikâhın ise Hindli inci tüccarı Abbas Efendi tarafından kıyılmasını sağlıyor. Ostende’dan dönüşte ikimiz de Courcelles’e inmiştik. Hemen birinci akşam, sevgili dostumuz inci tüccarı Hindli Abbas Efendiyi akşam yemeğine davet ederek nikâhlarımızı Müslüman âdetlerine göre icra ettirdik.12
Tarihleri Aklında Tutamayan Şadiye Hanım!
Pek tarihleri hatırımda kalmadı. Zannedersem zevcimin ( ilk eşi ) vefatından bir buçuk yıl sonra Cumhuriyet ilan olundu.13 “Unutkan” Şadiye Hanım’a isterseniz biz yardımcı olalım: Cumhuriyet, çilekeş Anadolu köylüsünün mücadelesi ile verilen Ulusal Kurtuluş Savaşı sonucunda 1923 yılında ilan edilmişti.
Cumhuriyet’in ilanını hatırlayamayan Şadiye Hanım bakın “sürgün” yıllarında Avrupa kentlerine eşi Reşad ile yaptığı gezileri bakın nasıl hatırlıyor, hem de numaralandırarak, vatan toprağına yabancı olmak böyle bir şey olsa gerek. Kışımızı takip eden tatil mevsiminde Vichy’ye gittik. Sonbaharda yeni yılı geçirmek üzere Nice’e gittik, Caen’da kaldık, sonra tekrar yuvamıza döndük.
Reşad’la üçüncü tatilimizi Pyrénées’lerde geçirdik. Sallies-de-Béarn ve Arcachon’un çamlıklarında, lâtif manzaraları içinde içinde yaşadık.
Müteakip tatilimiz için Vittel’i seçtik. İçmeleri ile meşhurdur.
Beşinci tatilimizi Normandie’de geçirdik.14
Altıncı tatilimizi pek iyi bildiğimiz Vichy’de, yedinciyi Biarritz’de geçirdik.
Sekizinci tatilimizi İsviçre’de, Leman gölü kıyısında geçirdik. Evian’a yerleşmiştik. Burası içme suyu ile meşhurdur. Vapurla gündüz Lausanne ve Montreux’ye gider, gece tekrar dönerdik. Etrafta dağ siluetlerine yamanmış şehir ve kasabaların gece ışıklarını, bu göl vapuru seyahatlerimizde seyrederdik.15 Eşiyle sonuncu tatilini Strasbourg’da geçirirken II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine Paris’e istemeyerek de olsa dönmek zorunda kalır Şadiye Hanım ve eşi Reşad Efendi.
Amerikalı Damad
II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru ABD’nin savaşa dahil olması ve Avrupa’ya asker yollaması ile birlikte Şadiye Hanım da “yükselen yıldız”ın Amerika olduğunun farkındadır. Kızının Amerikan askeri ile izdivacını büyük bir memnuniyetle karşılan Şadiye Hanım, kızımı ne kadar seviyorsam, damadımı da aynı bir ana hissiyle sevdim. Mesut bir izdivaç yapmaları için elimden gelen kolaylığı onlardan esirgemedim.16
Cümleleri ile bu evlilikten ne kadar mutluluk duyduğu dile getirmektedir.
Damadının Amerikalı olmasından mıdır yoksa Amerikancılığından mıdır bilinmez, Şadiye Hanım ABD’ye ve Amerikalılara övgüler düzmeden anılarını sonlandırmaz. O sırada muhitimizde, bir çok Amerikan subayları bulunuyordu. Toplantılara onları da çağırıyorduk. Kurtuluş ve zafer heyecanları içinde, yeni dostlarımız, incelikleri, bilhassa medeniyetlerinin kuvvetiyle bizi kendilerine bağlamaya muvaffak oluyorlardı.17 Amerikan milletinin zenginliği, askerlerine gösterdiği bu bakım ve ihtimamla belli oluyordu. 18
Ne de olsa “parlayan yıldız” ABD idi. | | |
|